You are on page 1of 50

SIVILAŞMA

(Bu notlar, ”Ulusay, R. 2010. Uygulamalı Jeoteknik Bilgiler, 5. Baskı, JMO Yayını, No:38,
458s” referanslı kitabın ilgili bölümlerinden, yazarının izniyle, JMO Jeoteknik kursu
Haziran2015’te kullanılmak üzere, aynen alınmıştır.)
15.6.1. Giriş
Zemin sıvılaşması, kuşkusuz pek çok depremde gözlenmesine karşın, mühendislik
açısından ilk kez 1964 yılında Japonya'da meydana gelen Niigata depreminden sonra
açık şekilde farkedilerek önem kazanmıştır (Port and Harbour Research Institute of
Japan, 1997). Bu deprem sırasında bazı yapılarda herhangi bir hasar meydana gelmemiş
olmasına karşın, yapıların yana yatmış, devrilmiş ve zemine batmış olması (Şekil 15.9)
dikkatleri çekmiş ve yapıların bu durumunun deprem sırasında zeminden kaynaklanan bir
davranış biçimi olduğu farkedilmiştir. Geçmiş depremlere ait kayıtlara göre, Türkiye'deki
pek çok depremde de sıvılaşma meydana gelmiş olmakla birlikte, 1992 Erzincan
depremine değin bu olgunun üzerinde yeterince durulmadığı anlaşılmaktadır. Bu
depremden sonra meydana gelen (1995 Dinar, 1998 Adana-Ceyhan, 1999 Kocaeli ve
Düzce depremlerinde) zemin sıvılaşması yaygın şekilde gözlenmiş, ancak 1999 Kocaeli
depremiyle geniş kitlelerin dikkatini çekebilmiştir. Özellikle 1998 Adana-Ceyhan
depreminde Ceyhan Nehri boyunca ve 1999 Kocaeli depremi sırasında Adapazarı'nda,
ayrıca Sapanca Gölü’nün ve Kocaeli Körfezi’nin güney kıyılarında büyük hasara neden
olan bu zemin davranışı, sıvılaşmanın ve etkilerinin tipik örnekleridir (Şekil 15.10).

Şekil 15.9. (a) 1964 Niigata (Japonya) depreminde zemn sıvılaşmasına bağlı olarak yana yatmış
ve oturmuş binalar (www.ce.washington.edu), (b) aynı depremde sıvılaşmadan
etkilenmiş bir apartman bloğunun yakından görünümü (Committee on Earthquake
Engineering, 1985’ten)

Bu bölümüde; sıvılaşmanın mekanizmasının, sıvılaşma potansiyelini etkileyen


faktörlerin, sıvılaşmaya bağlı zemin duraysızlıklarının ve sıvılaşma potansiyelinin
değerlendirilmesine ilişkin başlıca analiz yöntemlerinin yanı sıra, sıvılaşmada örtü
zemininin etkisi ve sıvılaşmayla ilgili zemin iyileştirme teknikleri ana hatlarıyla
sunulmuştur.
15.6.2. Zemin Sıvılaşması ve Oluşum Mekanizması
İlk kez 1953 yılında Japonya'da ortaya atılan sıvılaşma kavramı, tarihsel süreçte;
suyun zemin ortamından uzaklaşamadığı koşullar altında, suya doygun kohezyonsuz

1
zeminlerin tekdüze, geçici veya tekrarlanmalı şekilde örselenmesinden kaynaklanan
zemin deformasyonlarını kapsayan davranış biçimlerinin tümü için, ayrım yapılmaksızın,
kullanılagelmiştir (Mogami ve Kubo, 1953; Ishihara, 1993’ten). Sıvılaşma, gevşek
zeminlerde dinamik yüklemeler altında gözlenen bir davranış biçimidir.

Şekil 15.10. Kocaeli depremiyle ilgili tipik sıvılaşmalar ve etkileri: (a) Gölcük ilçesinde kum
kaynamaları, (b) Yalova kıyısında sıvılaşmaya bağlı zemin deformasyonları
Zeminlerin sıvılaşma davranışının anlaşılabilmesi için depremden önceki zemin
koşullarının iyi bilinmesi gerekir. Bir zeminde çok sayıda tane bir arada bulunmakta olup,
bunlara yakından bakıldığında, her tanenin çevresindeki diğer tanelerle temas halinde
olduğu görülür (Şekil 15.11a). Her tanenin kendi üzerindeki diğer tanelerin ağırlığından
dolayı, taneler arasında temas kuvvetleri gelişir ve bu kuvvetler taneleri bir arada tuttuğu
gibi, zeminin dayanıma sahip olmasını da sağlar (Şekil 15.11b). Taneler arasındaki
boşluklar ise, su ve hava ile doludur. Suyun tanelere yaptığı basınç, gözenek veya
boşluk suyu basıncı olarak adlandırılır (Şekil 15.11a ve b).
Deprem sırasında sismik dalgalar, özellikle makaslama dalgaları, suya doygun
(yeraltısuyu tablası altındaki) gevşek zeminler içinde yayılırken, tekrarlı makaslama
gerilmeleri yaratarak zemin tanelerinin yerdeğiştirmesine neden olurlar (Şekil 15.11c). Bu
koşullar altında gevşek konumdaki zemin taneleri birbirlerine yakınlaşma eğilimi
gösterirler ve bu davranış sırasında tanelerin temas noktalarındaki gerilme, taneleri
çevreleyen suya aktarılır. Depremlerin ani ve çok kısa süreli olması, taneler arasındaki
suyun ortamdan uzaklaşması (drene olması) için yeterli olamamakta, dolayısıyla
ortamdan uzaklaşamayan boşluk suyunun basıncı aniden artmaktadır. Boşluk suyu
basıncındaki bu ani artış, zemin tanelerini birarada tutan temas kuvvetlerini yok ederek
taneleri birbirlerinden uzaklaştırır, böylece zemin dayanımını yitirir ve etkin (efektif)
gerilme azalır (Şekil 15.11d). Bu koşullar altında zemin, deprem öncesinde gösterdiği katı
2
malzeme davranışı yerine, bir sıvı gibi davranarak suyla birlikte yüzeye doğru hareket
eder ve yüzeyden çıkmaya başlar. Zeminin sergilediği bu davranış biçimi “sıvılaşma”
olarak tanımlanır.

(a) (b)

Zemin tanelerinin deprem öncesi görünümü Zemin taneleri arasında etkiyen temas kuvvetleri
(boşluk suyu basıncının seviyesini sağdaki (okların boyu temas kuvvetlerinin büyüklüğünü
mavi renkli kolon göstermektedir) ifade eder)
(d)
(c)

Depremin neden olduğu makaslama Boşluk suyu basıncının ani artışıyla taneler
yerdeğiştirmesiyle zemini oluşturan tanelerde arasındaki temasın yitimi
sıvılaşma sürecinin gelişmesi

Şekil 15.11. Zeminlerde sıvılaşma davranışının yalınlaştırılmış mekanizması (Youd, 1984 ve


www.ce.washington.edu’dan düzenlenmiştir.)

Sıvılaşma yüzeyde; kum fışkırması, tek başına veya ardarda dizilmiş kum volkanları
ve fisürler (yarıklar) boyunca kum birikmeleri şeklinde görülür (Şekil 15.12). Yüzeyde
gözlenen kum birikimleri mühendislik açısından önemli olmamakla birlikte, sıvılaşmanın

3
tipik göstergeleridir. Sıvılaşmanın herhangi bir mühendislik yapısının üzerinde veya içinde
bulunduğu zeminde meydana gelmesi ise, bu yapıya zarar verir.
(a) (b)

(a: yatay ivme; h : yatay ivmeden


kaynaklanan makaslama gerilmesi; :
makaslama yerdeğiştirmesi)
(c)

Şekil 15.12. (a) Sıvılaşma sonucu kum daykının ve konisinin oluşumunu gösteren kesit
(Obermeier, 1996), (b) sıvılaşmanın gelişimi (wapi.isu.edu / EnvGeo /
EG5_earthqks / images/) ve (c) sıvılaşma sonucu oluşmuş bir kum konisinden
görünüm (1999 Kocaeli Depremi, Yalakdere deltası)

15.6.3. Sıvılaşmayı Etkileyen Faktörler (Sıvılaşma Ölçütleri)


Sıvılaşma potansiyeline yönelik değerlendirmeler açısından ilk aşamada dikkate
alınması gereken husus, sıvılaşmanın hangi koşullar altında meydana gelebileceğinin
kestirimidir. Bir zeminin sıvılaşmaya karşı duyarlılığında veya sıvılaşma potanisyelinin
derecesinde rol oynayan başlıca faktörler, diğer bir ifadeyle sıvılaşma için gerekli ölçütler;
jeolojik koşullar, zemin özellikleri ile depremin büyüklüğü ve süresi şeklinde sıralanabilir
(Youd, 1984).
15.6.3.1. Jeolojik koşullar
Sıvılaşma, her zeminde ve her koşulda meydana gelen bir davranış biçimi olmayıp,
belirli jeolojik ortamlarda ve hidrojeolojik koşullar altında gerçekleşir. Bu açıdan çökelme
ortamı, çökel türü ve yaşı, yeraltısuyu tablasının derinliği gibi jeolojik ortam koşulları ön
plana çıkmaktadır. Genellikle, jeolojik anlamda genç ve gevşek çökellerin, özellikle kum
4
ve silt tane boyutundaki malzemenin depolandığı ve yeraltısuyunun sığ olduğu ortamlar,
sıvılaşmanın gelişmesi açısından en uygun ortamlardır. Sıvılaşmaya karşı en duyarlı
çökeller; Holosen yaşlı (10000 yıldan daha genç) delta, akarsu, taşkın ovası, taraça ve
kıyı ortamlarındaki çökelme süreçleri sonucunda birikmiş sedimanlardır. Çünkü bu
ortamlarda egemen olan çökelme süreçleri, tanelerin iyi boylanmış (hemen hemen aynı
tane boyundan oluşan tanelerin bir araya gelmesi) ve gevşek halde depolanmasına
neden olmaktadır. Pleyistosen yaşlı (0.1-1.8 milyon yıl arası) çökellerin son yüzyılda
meydana gelen depremlerde sıvılaştığı ender olarak görülmüştür (Youd, 1984).
Ülkemizdeki depremler sırasında meydana gelen sıvılaşmaların Holosen yaşlı çok genç
alüvyal çökellerin bulunduğu alanlarda gözlenmesi de, bu olguyu desteklemektedir.
Türkiye'de sıvılaşmanın bir çok depremde gözlendiğine ilişkin kayıtlar, deprem raporları
ve kataloglarından bulunabilmektedir (örneğin; Pınar ve Lahn, 1952; Ergin vd., 1967;
Soysal vd., 1981; Eyidoğan vd., 1991). Ulusay vd. (2000) bu kayıtlardan ve kendi
gözlemlerinden yararlanarak Türkiye’de eski ve güncel depremlerde sıvılaşma gözlenen
yerlerle birlikte Kuvaterner çökellerinin dağılımını, başlıca diri fay sistemlerini ve 1. ve 2.
derece deprem bölgelerinin sınırlarını gösteren bir harita hazırlamışlardır. Şekil 15.13’te
verilen bu haritadan görüleceği gibi, sıvılaşma yerleri ile Kuvaterner çökellerinin dağılımı
arasındaki uyum, bu çökellerin sıvılaşmaya bir hayli yatkın olduklarının göstergesidir.
Ayrıca söz konusu haritadan, aynı bölgede veya aynı yerde farklı zamanlarda meydana
gelmiş depremlerde sıvılaşmanın tekrarlandığı görülmekte olup, bu durum koşulların
uygun olması halinde aynı yer veya bölgede farklı depremlerde sıvılaşmanın tekrar
meydana gelebileceğine işaret etmektedir. Türkiye'de yaygın bir ova rejiminin hakim
olması nedeniyle, geçmişte sıvılaşmanın meydana geldiği yerlerinin dağılımının ve
sayısının Şekil 15.13'te görülenden daha yaygın ve fazla olmasının beklenmesi de
doğaldır. Dolayısıyla sıvılaşmayla ilgili eski kayıtlar, gelecekteki depremlerde sıvılaşmaya
karşı duyarlı olabilecek alanların tahmininde yararalanılabilecek belgeler olabilmektedir.
Bununla birlikte, eski depremlerde herhangi bir sıvılaşma izinin görülmediği zeminlerin
gelecekteki depremler sırasında sıvılaşabilecekleri de göz ardı edilmemelidir.

Şekil15.13. Türkiye'de Kuvaterner’e ait çökellerin ve sıvılaşma gözlenen yerlerin dağılımı, başlıca
yapısal unsurlar ile 1. ve 2. derece deprem bölgelerinin sınırları (Ulusay vd., 2000)

5
Ayrıca, yol ve baraj çalışmalarında inşa edilen ince taneli ve iyi sıkıştırılmamış
dolguların yanı sıra, suyla birlikte atık barajlarına akıtılarak biriktirilen ve çok ince
malzemeden oluşan maden atıkları da sıvılaşmaya karşı duyarlı olan malzemelerdir.
Depremler sırasında özellikle ince-orta taneli kumlar ile düşük plastisiteli kumları içeren
çökeller sıvılaşmaya en fazla maruz kalan zemin türleridir. Bununla birlikte, çakıllı bazı
kumlarda da sıvılaşmanın meydana geldiği bilinmektedir (Ishihara, 1985). Göreceli olarak,
çok az miktarda ince tane içeren temiz kumlu zeminler (ince tane oranı < 0.05)
sıvılaşmaya karşı oldukça duyarlıdır.
Sıvılaşma kavramı, farklı zemin koşulları açısından farklı anlamlara sahiptir.
Kohezyonsuz zeminlere uygulanmak üzere Ishihara (1996) aşağıdaki tanımlamaları
önermiştir.
(i) Gevşek kumlar için sıvılaşma, %100 boşluk suyu basıncının gelişmesi sırasında veya
bundan hemen sonra dayanımın tamamen yitimiyle büyük deformasyonların oluştuğu
yumuşama durumudur.
(ii) Orta-sıkıdan sıkıya değin olan kumlar için %100 boşluk suyu basıncının gelişmesiyle
yumuşama durumu (sınırlı sıvılaşma veya tekrarlı yumuşama) meydana gelir, ancak
deformasyon sürekli olarak devam etmez ve dayanımın tamamen yitimi söz konusu
olmaz.
(iii) Siltli kumlarda veya kumlu siltlerde ince tanelerin plastisitesi sıvılaşabilirlikte tayin
edici bir rol oynar. Kohezyonlu ince taneler (akarsu çökellerindeki gibi) genellikle siltli
zeminin tekrarlı direncini arttırır. Yukarıda belirtilen sıvılaşma tanımlamaları düşük
kohezyonlu siltli zeminlere de uygulanır.
(iv) Killi kohezyonlu zeminler tekrarlı yüklemelerden dolayı dayanımlarını yitirmeyebilirler.
Bunun aksine, bu tür zeminlerin dinamik koşullardaki drenajsız makaslama
dayanımları genellikle statik dayanımlarından daha büyüktür. Tekrarlı yükleme altında
killi malzemelerin davranışı, tekrar (çevrim) sayısı ve buna karşılık gelen artık birim
deformasyonla oluşan dayanım azalmasıyla tanımlanır. Eğer doğal su içerikleri likit
limitlerinin %70’inden fazla ise, killi zeminler sıvılaşmaya karşı duyarlıdırlar. Bu
hususa bunu izleyen bölümde ayrıntılı olarak değinilmiştir.
Sıvılaşma için diğer bir jeolojik ölçüt de suya doygunluktur. Sıvılaşma, diğer gerekli
koşullar da gerçekleştiği taktirde, yeraltısuyu tablasının yüzeyden itibaren en fazla 10 m
derinlikte bulunduğu ortamlarda yaygın şekilde meydana gelebilmektedir. Ender olmakla
birlikte, yeraltısuyu tablasının yüzeyden 20 m derinde olduğu yerlerde de sınırlı miktarda
sıvılaşmanın meydana geldiği bilinmektedir (Youd, 1984). Diğer bir ifadeyle, bir zeminin
sıvılaşma potansiyeli su tablasının yüzeyden itibaren derinliği arttıkça azalmaktadır.
Sıvılaşmanın etkileri daha çok yeraltısuyu tablasının yüzeyden birkaç metre derinde
olduğu alanlarda gözlenmektedir. Bunun yanı sıra, yeraltısuyu tablasının zamanla
dalgalanma göstermesi (su tablası derinliğinin mevsime bağlı olarak değişmesi) de
sıvılaşma potansiyelini etkilemektedir.
Yukarıda belirtilen çökel türlerinin yanı sıra, jeomorfolojik özellikler açısından da
sıvılaşma potansiyeline yönelik kaba ölçütler önerilmiştir. Çizelge 15.8’de verilen
jeomorfolojik ölçütlerden, sadece ön değerlendirme amacıyla yararlanılabileceği göz ardı
edilmemeli ve bu ölçütler sıvılaşmaya karşı duyarlı olabilecek alanların ayırt edilmesinde
6
bir ön değerlendirme yaklaşımı olarak dikkate alınmalıdır. Jeomorfolojik ölçütlere göre
hazırlanmış bir bölgeleme haritası Şekil 15.14'te örnek olarak verilmiştir.
Çizelge 15.8. Jeomorfolojik açıdan sıvılaşmaya karşı duyarlılık sınıflaması (Iwasaki vd., 1982)

Sınıf Jeomorfolojik Birimler Sıvılaşma Potansiyeli


A Güncel ve eski akarsu yatakları, bataklık bölgeler, su Sıvılaşma olabilir
altında iken yeniden kazanılmış alanlar, ovalar
B Yelpazeler, kum barları, taşkın düzlükleri, plaj ve diğer Sıvılaşma olasılı
düzlükler
C Teraslar, tepeler ve dağlar (kaya zeminler) Sıvılaşma olmaz

Şekil 15.14. Çizelge 15.8’de verilen jeomorfolojik ölçütlere göre tahmin edilen sıvılaşma
potansiyeli sınıfları esas alınarak Japonya'daki bir bölge için hazırlanmış sıvılaşma
potanisyeli haritası (Iwasaki vd., 1982’den)

15.6.3.2. Zemin özellikleri

Bir zeminin sıvılaşmaya karşı duyarlılığı zemin özellikleri açısından; zeminin tane
boyu dağılımına, zemin türüne, tanelerin şekline, zeminin boşluk oranına ve göreceli
(rölatif) yoğunluğuna bağlıdır. Hemen hemen benzer boyutlarda tanelerden oluşan
zeminler (kötü derecelenmiş zeminler), değişik boyuttaki tanelerin yaklaşık olarak aynı
miktarda birlikte bulunduğu zeminlere (iyi derecelenmiş zeminler) (Şekil 15.15) göre daha
yüksek sıvılaşma potansiyeline sahiptir. Çünkü iyi derecelenmiş zeminlerde iri tanelerin
arasını dolduran daha küçük boyutlu taneler, deprem sırasında drenajsız koşulda yüksek
boşluk suyu basınçlarının gelişmesine izin vermeyerek sıvılaşma riskini azaltmaktadır.
Sadece tane boyu dağılımı dikkate alınarak zeminlerin sıvılaşma potansiyeline sahip olup

7
olmayacakları, laboratuvarda yapılan elek ve hidrometre analizleriyle belirlenir. Tane boyu
açısından en kolay sıvılaşabilen zeminler ile potansiyel olarak sıvılaşmaya yatkın
zeminler için geçerli tane boyu dağılımı aralıkları Şekil 15.16a’da verilmiştir. Sıvılaşma
açısından en kritik zeminlerin kum ve siltli kumlar oldukları Şekil 15.16a’dan
görülmektedir. Ayrıca ortalama tane çapı esas alınarak “sıvılaşma güçlüğü” adı verilen
bir kavram da önerilmiş (Lee ve Fitton, 1969) olup, Şekil 15.16b’den görüleceği gibi, bu
kavrama göre en kolay sıvılaşabilen kumların ortalama tane çapının 0.05-0.06 mm
civarında olduğu anlaşılmaktadır.

Şekil 15.15. İyi ve kötü derecelenmiş zeminlerin tane boyu dağılımlarına ilişkin tipik örnekler (A: İyi
derecelenmiş kumlu çakıl; B: Kötü derecelenmiş kum; C: İyi derecelenmiş zemin; D:
Killi silt) (Craig, 1983’ten düzenlenmiştir)

Zemin tanelerinin şekli de sıvılaşma duyarlılığı üzerinde etkilidir. Yuvarlak tanelerden


oluşan zeminler, köşeli taneleri içeren zeminlere oranla daha kolay sıkışma (bir araya
gelme) eğilimi gösterdikleri için, bu tür zeminlerin sıvılaşma potansiyeli daha yüksektir.
Tane yuvarlaklığı, genellikle gevşek ve suya doygun alüvyal çökellerde sıkça gözlenen
bir özellik olup, bu açıdan söz konusu çökeller sıvılaşma potansiyeli yüksek olan
zeminlerdir.
Yukarıda belirtilen ölçütlerin öngördüğü koşullar sağlansa bile, zeminler sıvılaşmaya
karşı duyarlı olmayabilir. Çünkü sıvılaşma duyarlılığı, aynı zamanda zeminin deprem
sırasında etkisi altında bulunduğu gerilme koşullarına ve zeminin yoğunluğuna (sıkılığına)
da bağlıdır. Uzun süreli gerilme koşullarının etkisinde kalmış bir zeminde taneler
arasındaki kenetlenme bozulabileceği gibi, göreceli (rölatif) yoğunluğu %47’nin altında
olan zeminler daha gevşek bir konumda bulunacakları için sıvılaşmaya daha yatkındırlar.
Diğer bir ifadeyle, bir deprem sırasında gevşek bir kum sıvılaşabilirken, daha sıkı
konumda olan aynı kum sıvılaşmayabilir. Bu hususla ilgili olarak ve sadece ön
8
değerlendirme amacıyla kullanılmak üzere Seed ve Idriss (1971) tarafından önerilmiş
“göreceli (rölatif) yoğunluk-en büyük yer ivmesi-sıvılaşma potansiyeli ilişkisi” Şekil
15.17’de verilmiştir. Şekil 15.17’de en büyük yer ivmesinin 0.3g olması nedeniyle,
0.3g’den büyük ivme değerleri açısından bu şeklin kulanımı sınırlı kalmaktadır.

Şekil 15.16. En kolay sıvılaşan ve potansiyel olarak sıvılaşma eğilimine sahip zeminler için tane
boyu açısından sıvılaşmanın alt ve üst sınırlarını gösteren tane boyu dağılımı eğrileri
(Port and Harbour Research Inistitute of Japan, 1997): (a) uniformluk katsayısı düşük
ve (b) üniformluk katsayısı yüksek olan kumlar, (c) tane çapının sıvılaşmaya etkisi
(Lee ve Fitton, 1969)
9
Şekil 15.17. Sıvılaşma potansiyeli ile göreceli yoğunluk ve en büyük yer ivmesi arasındaki ilişki
(Seed ve Idriss, 1971; Tezcan ve Teri, 1996’dan)
Drenajlı makaslama durumunda sıkı kumların genişleme, gevşek kumların ise
hacimce azalma eğilimi göstermeleri nedeniyle, bu iki durum arasında yenilme sırasında
hacimde herhangi bir değişimin olmadığı koşulu temsil eden bir boşluk oranı değeri söz
konusudur. Bu boşluk oranı, kritik boşluk oranı olarak bilinir (Casagrande, 1936; Tezcan
ve Özdemir, 2004’ten). Dolayısıyla Casagrande, kritik boşluk oranının kumların sıvılaşıp
sıvılaşmayacakları konusunda kullanılabilecek bir ölçüt olabileceğini önermiştir. Eğer
kumlar kritik boşluk oranından daha küçük bir boşluk oranına sahip iseler, sıvılaşma
potansiyellerinin olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte, eğer boşluk oranı kritik boşluk
oranından daha büyükse ve zemin gevşekse, drenajın olanaklı olmaması halinde kumlar
tekrarlı makaslama hareketleri sırasında sıvılaşacaklardır.
15.6.3.3. Depremin büyüklüğü ve süresi
Sismik hareketlerle gelişecek ani tekrarlı yüklemeler, zemin sıvılaşması için en uygun
yükleme koşuludur. Her ne kadar şiddetli patlatma yapılması durumunda ortam koşulları
uygunsa yerel anlamda bir sıvılaşma oluşabilmekle birlikte, sıvılaşma için başlıca kaynak
deprem olup, sıvılaşmanın boyutları depremden kaynaklanan gerilmelerin veya birim
deformasyonların büyüklüğüne bağlıdır. Bu nedenle, depremin büyüklüğü ve süresi de
sıvılaşmayı etkileyen faktörler arasında yer alır.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra meydana gelen depremler ve bu depremlerde
gözlenen sıvılaşma olaylarıyla ilgili çalışmalara göre, Kuribayashi ve Tatsuoka (1975)
sıvılaşmanın gözlendiği yerler için moment büyüklüğünü (Mw) ve bu yerlerin depremlerin
merkez üstlerine olan uzaklıklarını (Re) esas alarak sıvılaşma açısından sınırları
belirlemiş olup, bu sınır Şekil 15.18’de “b” ile gösterilmiştir. Ancak sıvılaşma vakaları
Şekil 15.18’deki “b” hattının güvenli bir sınırı temsil etmediğini göstermiştir. Daha geniş
bir veri tabanıyla çalışan Ambraseys (1988) ise, Şekil 15.18’deki “a” hattını önermiştir.

10
Büyüklük, M

(Youd ve Perkins, 1978)

Şekil 15.18. Sıvılaşma açısından merkez üstü (Re) ve deprem büyüklüğü (M) arasındaki
ilişki (“a” hattı: Ambraseys (1988), “b” hattı: Kuribayashi ve Tatsuoka (1975);
Tezcan ve Özdemir, 2004’ten düzenlenmiştir)
Yukarıda değinilen konuyla ilgili olarak, Türkiye'de sıvılaşmanın gözlendiği
depremlerin büyüklüğü (Ms) ile sıvılaşma gözlenen yerlerin odağa (odağa uzaklık, R hypo)
uzaklığı arasındaki ilişki de araştırılmış (Aydan vd., 2000) ve bu ilişkiyi temsil eden görgül
eşitlik ilgili fonksiyonlarıyla birlikte, Şekil 15.19’da verilmiştir. Şekil 15.19’daki doğrular,
Türkiye'deki depremler için "sıvılaşmama - az sıvılaşma", "az - orta derecede sıvılaşma"
ve "orta - şiddetli sıvılaşma" sınırlarını temsil etmektedir. Şekil 15.18 ve 15.19’dan
görüleceği üzere, deprem büyüklüğü arttıkça depremin kaynağından itibaren sıvılaşmanın
meydana gelebileceği uzaklık da artmakta, diğer bir ifadeyle, deprem büyüklüğünün
artmasıyla sıvılaşmanın daha uzak mesafelerde de meydana gelme olasılığı artmaktadır.

Şekil 15.19. Türkiye’de meydana gelen bazı depremlerin yüzey dalgası büyüklükleri (Ms) ve
sıvılaşma gözlenen yerlerin odağa olan uzaklıkları (R hypo) arasındaki ilişki (Aydan
vd., 2000’den).
Zeminin maruz kalacağı önemli düzeydeki tekrarlı gerilmelerin veya birim
deformasyonların sayısını belirlediği için, deprem süresi de sıvılaşma açısından önemli
bir faktördür. Bununla birlikte, deprem süresi ile sıvılaşma potansiyelini ilişkilendiren bir

11
eşitlik olmadığı gibi, gelecekte meydana gelebilecek bir depremin süresinin tahmin
edilmesi amacıyla kullanılabilecek bir yöntem de bulunmamaktadır.
15.6.4. Sıvılaşmanın Neden Olduğu Zemin Duraysızlıkları
Sıvılaşmanın zeminlerdeki etkileri benzer olduğu için bunların ayırt edilmesi güç
olabilmekle birlikte, oluşum mekanizmaları farklıdır. Bu etkiler veya zemin duraysızlıkları,
a. Zeminin taşıma gücünü yitirmesi,
b. Oturma,
c. Zemin salınımı,
d. Yanal yayılma,
e. Akma türü kayma
başlıkları altında toplanmaktadır. Sıvılaşmanın zeminde yaklaşık 0.1 m civarında bir
deformasyon meydana getirerek yapısal hasarlara neden olması, zemin yenilmesi
şeklinde tanımlanmaktadır (Youd, 1984). Bu yenilme türlerine ve etkilerine aşağıda ana
hatlarıyla değinilmiştir.
15.6.4.1. Zeminin taşıma gücünü yitirmesi
Yapıları taşıyan zemin, sıvılaştığı zaman taşıma gücünü yitirerek önemli düzeyde
deformasyona maruz kalır. Sıvılaşan zemin yüzeye doğru yükselirken, dayanımını yitirdiği
için üzerindeki yapının kendisine aktardığı yükleri taşıyamaz duruma gelir. Bu gelişmeye
koşut olarak, zeminin üzerindeki yapılar da öne veya geriye doğru yatar, ya da domino
taşları gibi devrilir (Şekil 15.20).

(a) (b)

Şekil 15.20. (a) Sıvılaşmaya bağlı olarak zeminin dayanımını yitirmesi ve (b) 1999 Kocaeli
depremindeAdapazarı’nda zemin sıvılaşmasından etkilenerek geriye yatmış bir bina
Sıvılaşma sonucu zeminin taşıma gücünü yitirmesiyle binalarda gözlenen ve yukarıda
belirtilen davranışın aksine, sıvılaşan zeminin içinde gömülü konumdaki tank, boru vb.

12
gibi hafif yapılar ise, yüzeye doğru yükselme eğilimi gösterirler ve kırılmaya ya da
bükülmeye maruz kalırlar. Sıvılaşmaya bağlı olarak yüzeye doğru yükselmiş gömülü hafif
yapılarla ilgili davranışlardan tipik örnekler Şekil 15.21’de verilmiştir. Şekil 15.22’de ise,
sarsma masasında yapılan bir model deneyde kumun sıvılaşması sonucu model binanın
kuma batarak geriye yatması ve gömülü model borunun ise yüzeye doğru yükselmesi
görülmektedir.
(a) (b)

(c) (d)

Şekil 15.21. (a) Gömülü boru ile (b) gömülü bir tankın sıvılaşma nedeniyle yükselmesi (Port and
Harbour Research Institute of Japan, 1977’den düzenlenmiştir), (c) sıvılaşma
nedeniyle yükselmilş bir benzin deposu (Nihonkai-Chubu depremi, Japonya) ve (d)
kanalizasyon bacası (Kushiro-oki depremi, Japonya; Fotoğraflar: Ö. Aydan)

Şekil 15.22. Sıvılaşma nedeniyle zeminin dayanımını yitirmesiyle ilgili bir model sarsma
deneyinden (a) deney öncesi ve (b) deney sonrası görüntüler (Yan yatan bina ile
yukarı doğru hareket eden boru oklarla gösterilmiştir)

13
15.6.4.2. Oturma

Sıvılaşma sırasında zemin tanelerinin gösterdikleri bir araya gelme eğilimi ve zeminin
taşıma gücünü yitirmesi, yüzeyde oturma şeklinde bir deformasyona (düşey yönde yer
değiştirmeye) neden olabilir. Bu koşullarda zeminde gelişen oturmaya bağlı yerdeğiştirme
zeminin üzerindeki yapıya da yansıyarak, yapının zemine batmasına yol açar (Şekil
15.23).

Şekil 15.23. Sıvılaşma sonucu oturmaya maruz kalmış bir yapı (Adapazarı, 1999 Kocaeli depremi)

16.6.4.3. Zemin salınımı


Bu davranış biçimi, yüzeye yakın derinlikteki zeminin bloklara ayrılmasına ve bu
blokların ileriye ve geriye doğru salınımına ve sürüklenmesine yol açar (Şekil 15.24). Bu
salınım ve sürüklenme, titreşimler yaratır. Titreşimle birlikte fisür veya çatlaklarda açılıp
kapanmalar ve zeminde oturmalar meydana gelerek yapılar, boru hatları ve zemine
gömülü diğer alt yapı elemanları ciddi hasarlara maruz kalabilirler.

Şekil 15.24. Zemin salınımının mekanizması (Youd, 1984’ten düzenlenmiştir)

14
15.6.4.4. Yanal yayılma

Sığ derinlikteki çökellerde deprem sırasında boşluk suyu basıncının gelişmesi veya bu
çökellerin sıvılaşması sonucu çok az eğimli bir yüzeyin yanal yönde yer değiştirmesi
şeklinde gelişen zemin deformasyonu yanal yayılma olarak adlandırılır. Bu davranış
sonucu, sıvılaşan seviyenin üzerinde bulunan zemin geniş bloklara ayrılır ve bloklar yanal
yönde hareket ederler (Şekil 15.25). Bu hareket, depremden kaynaklanan yerçekimi
kuvvetleri ve içsel kuvvetlerin birlikte etkimesiyle meydana gelmektedir. Yanal yayılma,
genellikle eğimi son derece küçük (%0.3–5), su tablasının sığ ve gevşek kumların
bulunduğu yamaçlar boyunca veya nehir yatağı, göl veya deniz kıyısı gibi harekete engel
olmayacak serbest yüzeylere komşu konumlu yamaçlarda gelişir (Bartlett ve Youd,
1992a) (Şekil 15.25). Yanal yöndeki bu hareket, birkaç metreden onlarca metreye kadar
ulaşabilir. Hareket sırasında zemin ötelenir, bloklara ayrılır ve buna bağlı olarak zeminde
fisürler, kırıklar, oturmalar ve yükselmeler meydana gelir (Şekil 15.25). Yanal yayılmaya
maruz kalan zeminlerde inşa edilmiş yapı temelleri, gömülü atıksu şebekeleri ve boru
hatları ile diğer alt yapı elemanları hasar görürler veya eklem yerlerinden koparlar (Şekil
15.26). Örneğin; harekete dik yönde döşenmiş gömülü bir boru bükülmeye (Şekil 15.26a)
maruz kalırken, harekete paralel yönde döşenmiş boru ise kendisine göre göreceli olarak
hareket eden zeminden kaynaklanan eksenel sürtünme kuvvetlerine maruz kalır (Şekil
15.26b). Ayrıca, hareketin topuk bölgesindeki (kıyıdaki) yapılar sıkışır ve bükülürler.
Dolayısıyla, yanal yayılmanın neden olduğu hasarlar, sıvılaşma sonucu yanal yayılmaya
maruz kalan zeminin üzerindeki yapılaşma yoğunluğuna da bağlı olarak, afet düzeyine
ulaşabilmektedir.
(a) (b)

Şekil 15.25. Sıvılaşmaya bağlı olarak (a) tatlı eğime sahip bir yamaçta ve (b) serbest yüzeye doğru
gelişen yanal yayılma (Rauch, 1997’den düzenlenmiştir)
Örneğin, 1964 Alaska depreminde taşkın ovası çökelleri üzerinde inşa edilmiş 250
köprü yanal yayılma nedeniyle tahrip olmuş veya yıkılmıştır. Japonya’da 1964 ve 1995
yıllarında meydana gelen Niigata ve Kobe depremlerinde de köprüler benzer şekilde ve
iskambil kağıdı gibi yıkılmışlardır (Şekil 15.27a). Ülkemizde de 1998 Adana-Ceyhan
depreminde Ceyhan Nehri kıyısında yanal yayılmaya bağlı deformasyonlar gelişmiştir
15
(Şekil 15.27b). Ayrıca, Sakarya Nehri'nin yatağına doğru gelişen hareketle Adapazarı il
merkezindeki yollarda ve nehir kıyısında fisürlerin ve yarıkların meydana gelmesi,
Sapanca Gölü’nün (Şekil 15.27c) ve İzmit Körfezi’nin güney kıyısında yapıların kıyıya
doğru hareket etmiş olmaları (15.27d), 1999 Kocaeli depreminde sıvılaşmaya bağlı olarak
gelişen yanal yayılma hareketlerinin tipik örnekleridir.
(a) (b)

Şekil 15.26. Yanal yayılmanın yönüne (a) dik ve (b) paralel yönde döşenmiş gömülü borularda
meydana gelen hasarlar (O’Rourke ve Lane, 1989’dan)
(a) (b)

(c) (d)

Şekil 15.27. Değişik depremlerde meydana gelmiş yanal yayılmalardan tipik örnekler: (a) yanal
yayılma nedeniyle ağır hasar görmüş Showa köprüsü (1964 Niigata depremi,
Japonya; www.ngdc.noaa.gov) ve (b) 1998 Ceyhan depreminde Ceyhan Nehri
kıyısındaki yanal yayılma ve 1999 Kocaeli depreminden görüntüler: (c) Sapanca
Gölü’nün güney kıyısında yanal yayılma sonucu kıyının göle doğru hareketi ve (d)
İzmit Körfezi’nin güney kıyısındaki Yeniköy’deki bir parkta yanal yayılmayla ilgili
deformasyonlar (Fotoğraflar: (b,c) R.Ulusay, (d) Ö.Aydan)

15.6.4.5. Akma türü kayma (Akma sıvılaşması)

Bu tür zemin hareketleri, sıvılaşmanın neden olduğu en etkili duraysızlıklardandır.


Akma sırasında çok geniş zemin kütleleri, çok kısa bir sürede ve saatte onlarca

16
kilometreye ulaşan bir hızla, eğimli yüzeyler boyunca hareket edebilirler (Şekil 15.28a).
Akma; tamamen sıvılaşmış bir zeminde gelişebileceği gibi, sıvılaşan zeminin üzerinde yer
alan daha sert bir malzemeye ait blokların hareket etmesiyle de meydana gelebilir. Bu tür
hareketler, eğimi 3°'den daha dik olan yamaçlar boyunca, gevşek ve suya doygun kumlar
veya siltli kumlarda gelişmektedir. Ayrıca, maden işletmelerindeki atık barajlarında
toplanan ve suya doygun çok ince cevher atıklarının da depremler sırasında akma
davranışı gösterdikleri bilinmektedir. Günümüze değin geniş çapta ve büyük hasarlara
neden olan akma hareketlerinin önemli bir bölümü kıyılarda gelişmiştir. Su altında
gelişmesi durumunda, akma hareketleri kıyılardaki yapıların, limanların ve diğer tesislerin
hareket eden zeminle birlikte derinlere sürüklenmesine yol açmaktadır. Bu tür olayların
tipik örnekleri ülkemizde 1999 Kocaeli depremi sırasında meydana gelmiş ve İzmit
Körfezi’nin güney kıyısındaki Değirmendere’de kısmen akma sıvılaşmasıyla, kısmen de
fayın tetiklemesiyle gelişen su altı heyelanıyla (Kiper ve Arel, 2000; Ulusay vd., 2001d;
Çetin vd., 2004a; Aydan vd., 2008) kıyı şeridi ve buradaki yapılar denize sürüklenmiştir
(Şekil 15.28d). Çünkü, Değirmendere’de kıyı topoğrafyasının eğimi daha dik olup,
sıvılaşmayla birlikte akma hareketi için gerekli ortam koşulları sağlanmıştır. Akma türü
kaymanın en tahrip edici düzeyde yaşandığı deprem, Çin’de meydana gelen 1920 Kansu
Depremi’dir. Bu depremde malzeme 1.6 km’lik bir mesafe boyunca akmış ve yaklaşık
200.000 kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuştur.

. (a) (b)

(c) (d)

Şekil 15.28. (a) Akma sıvılaşması (Youd, 1984’ten düzenlenmiştir) ve (b) bu tür bir harekete örnek
olarak Gölcük-Değirmendere’de akma sıvılaşmasına bağlı olarak denize sürüklenmiş
olan kıyının bir kesiminden görünüm ve bu hareketten (depremden) önce (c) ve sonra
(d) Değirmendere Burnu’nun görünümü (Çetin vd., 2004a’dan)
17
Akma sıvılaşması, düşük artık (rezidüel) dayanıma sahip bir zeminde statik dengenin
dinamik yükler tarafından ortadan kaldırılması sonucu gelişen bir davranış biçimidir.
Dinamik yükler; depremler, patlatma ve kazık temellerin inşası sırasında
gelişebilmektedir. Dinamik yüklerin zemine uygulanmasıyla akma sıvılaşmasına karşı
duyarlı olan zeminin dayanımı, sarsıntı öncesinde zemine etkiyen statik gerilmeye uzun
süre karşı koyamaz ve akma gerçekleşir. Bu davranış biçimini, Şekil 15.29a’da verilen ve
eğimli bir rampa üzerinde harekete geçen bir kayakçının davranışına benzetmek
mümkündür. Kayakçının, kendisini öne doğru itmek üzere yaptığı nisbeten küçük bir
hareketten sonra yerçekiminden kaynaklanan statik hareket kuvveti kayak ile kar
arasındaki sürtünme direncinin aşılmasını sağlar. Bu davranış, kayakçıyı rampa aşağı
hareket ettirir. Şekil 15.29b’deki grafikte gösterilen ve kayakçının izlediği yolu tanımlayan
eğri, kayakçının hareket öncesindekine göre duraysız bir konuma geçtiğini gösterir. Bu
örnek, akma sıvılaşmasını tetikleyen dinamik hareketin benzeridir. Hem kayakçı
örneğinde, hem de akma sıvılaşmasında çok hızlı bir harekete neden olan duraysızlık,
nisbeten küçük bir hareket sonrası gelişebilmektedir.

Şekil 15.29. Akma sıvılaşmasındaki mekanizmayla benzerlik taşıyan ve bir kayakçının rampada
öne doğru hareketiyle statik duraylılığının bozulması (www.ce.washington.edu)

15.6.5. Sıvılaşma Potansiyelinin Değerlendirilmesi

15.6.5.1. Değerlendirme yöntemlerinin tanıtımı

Önceki bölümlerde değinilen genel sıvılaşma ölçütlerinden, sadece sıvılaşmaya karşı


duyarlı olabilecek ortamların ve zeminlerin ayırtlanması için ön değerlendirme amacıyla
yararlanılır. Dolayısıyla bu tür ön değerlendirmelerin sonuçları esas alınarak, zeminlerin
sıvılaşıp sıvılaşmayacağına doğrudan karar verilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Bu
nedenle sıvılaşma potansiyelinin belirlenmesi çok genel bir değerlendirmeden (1.derece)
ayrıntılı değerlendirmeye (3. derece) kadar olmak üzere, 3 aşamada ele alınabilir. Bu
amaçla Technical Committee for Earthquake Geotechnical Engineering (TCEGE, 1999),
aşağıda verilen değerlendirme aşamalarını ve bu aşamalar için izlenecek yöntemleri
önermektedir.
(a) 1. aşama değerlendirme yöntemleri:
Bu değerlendirme yöntemi, çok genel kavramları içermekte olup, jeolojik ve/veya
jeomorfolojik ölçütleri esas alır. Bu aşamada amaç; sıvılaşmaya karşı duyarlı ve duyarsız
olabilecek alanları jeolojik ve/veya jeomorfolojik özelliklere göre ayırtlayarak, daha
18
ayrıntılı şekilde incelenmesi gereken bölgeleri belirlemektir. Dolayısıyla
değerlendirmelerde Çizelge 15.8’de verilen jeomorfolojik ölçütlerden yararlanılır ve buna
göre sıvılaşma potansiyeline yönelik mikrobölgelendirme haritaları hazırlanabilir. Ayrıca
bu haritalarda, geçmişte sıvılaşmanın meydana geldiği yerler varsa, bunlar da
gösterilebilirse değerlendirme açısından daha yararlı olur.
Bunun yanı sıra, mevcut kayıtlardan yapılan değerlendirmeye göre incelenen alanın
deprem aktivitesi biliniyorsa, tahmin edilen depremin büyüklüğünden ve inceleme alanının
deprem kaynağına olan uzaklığından yola çıkılarak, sıvılaşmaya maruz kalma olasılığı
olan yerler tahmin edilebilir. Bu aşamada kullanılabilecek diğer bir yöntem de, Youd ve
Perkins (1987) tarafından önerilen “Sıvılaşma Şiddeti İndeksi (LSI)’dir. Bu indeks,
sıvılaşmayla ilgili yanal yayılmadan kaynaklanan zemin deformasyonlarının şiddetini
temsil eder ve tatlı eğime sahip, jeolojik anlamda genç, sığ ve kohezyonsuz sıvılaşabilir
akarsu çökellerinin deformasyonunu tahmin etmede kullanılır. LSI’nın üst sınırı 100 olup,
bu değer zeminde şiddetli bir yenilme olarak kabul edilen 2.5 m’lik bir yerdeğiştirmeye
karşılık gelir. Dolayısıyla LSI, tipik bir jeolojik istifte meydana gelen yanal yayılmaya bağlı
en fazla yerdeğiştirmeyi temsil eder. LSI>100 gibi anormal yer değiştirmeler LSI’nın
tanımı açısından dikkate alınmaz. Alaska ve ABD’de meydana gelmiş eski depremlere ait
vaka çalışmalarını esas alan Youd ve Perkins (1987), LSI’yı deprem büyüklüğü ve uzaklık
kavramlarıyla ilişkilendirerek aşağıdaki eşitliği önermişlerdir.

logLSI = -3.49 – 1.86logR + 0.98Mw (15.13)

Burada; R sismik enerji kaynağına olan uzaklık (km), Mw ise moment büyüklüğüdür.
Bu eşitlik, Kuzey Amerika’nın batı kesiminin sismik azalım karakteristiklerini yansıttığı için,
Dünyanın diğer bölgeleri için geçerli olmayabilir (Rauch, 1997). Yukarıda verilen görgül
LSI eşitliği sıvılaşmayla ilgili yanal yayılmadan kaynaklanan deformasyonlar için tutucu ve
üst sınırı temsil eden değerler verir. Diğer bir ifadeyle, yanal yayılma sırasında
gerçekleşen yer değiştirmeler Eşitlik 15.13’ten tahmin edilenden daha düşüktür. Bu
nedenle, LSI’nın genel sıvılaşma haritalarının hazırlanmasında kullanılabileceğine dikkat
edilmeli, ancak sahaya özgü faktörleri dikkate almadığı için münferit yanal yayılmalarla
ilgili daha ayrıntılı değerlendirmelerde kullanılmamasına özen gösterilmelidir.
(b) 2. aşama değerlendirme yöntemleri:
1. aşama değerlendirme yönteminde esas alınan jeolojik ve/veya jeomorfolojik ölçütler
ile zemin özellikleri arasında doğrudan ve tek bir ilişki olmadığı için, 1. aşama
kapasamında hazırlanmış sıvılaşma potansiyeli haritaları yeterli olamamakta ve
tanımlayıcı bilgi sağlayamamaktadır. Bu nedenle 2. aşama değerlendirmelerde,
(a) jeomorfolojik ve jeolojik özelliklerin ayrıntılı olarak tanımlanması için hava
fotoğraflarından yararlanılması,
(b) sıvılaşmaya karşı duyarlı birimlerin arazi çalışmalarıyla ayırtlanıp
gruplandırılması,
(c) herhangi bir taşkından kısa süre sonra çekilmiş hava fotoğrafları
değerlendirilerek taşkın alanlarının ve sediman birikiminin belirlenmesi ve
19
(d) geçmişteki depremlerde meydana gelmiş sıvılaşmalar hakkında yerel halktan
bilgi toplanması
gibi çalışmaların da yapılması gerekir. Bu hususların yanı sıra, Çizelge 15.9 ve 15.10’da
verilen jeolojik ve jeomorfolojik ölçütlerin 2. aşama kapsamında kullanılması da
önerilmektedir (TCEGE, 1999).

Çizelge 15.9. Kuvvetli bir yer sarsıntısı sırasında çökellerin sıvılaşmaya karşı duyarlılıkları (Youd
ve Perkins, 1987)

Çökellerdeki Suya doygun olduklarında kohezyonsuz çökellerin


kohezyonsuz sıvılaşmaya duyarlı olabilme derecesi (çökelin yaşına bağlı
Çökel türü olarak)
sedimanların
genel dağılımı <500yıl Holosen Pleyistosen Pleyistosen öncesi
Karasal çökeller
Akarsu yatağı Yerel olarak değişken Çok yüksek Yüksek Düşük Çok düşük
Taşkın ovası Yerel olarak değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Alüvyon yelpazesi ve Yaygın - Düşük Çok yüksek Çok düşük
düzlükleri
Denizel taraçalar ve Yaygın Orta Düşük Düşük Çok düşük
düzlükler
Delta ve yelpaze
Yaygın Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Gölsel ve playa
Değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Kolüvyum
Değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Moloz
Yaygın Düşük Düşük Çok düşük Çok düşük
Kumul
Yaygın Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Lös
Değişken Yüksek Yüksek Yüksek Çok düşük
Buzul birikintisi
Değişken Düşük Düşük Çok düşük Çok düşük
Tüf
Ender Düşük Düşük Çok düşük Çok düşük
Tefra
Yaygın Yüksek Yüksek ? ?
Artık (rezidüel) zeminler
Ender Düşük Düşük Çok düşük Çok düşük
Kıyı Zonu
Delta Yaygın Çok yüksek Yüksek Düşük Çok düşük
Haliç Yerel olarak değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük

Plaj:
Yüksek delta enerjili Yaygın Orta Düşük Çok düşük Çok düşük
Düşük delta enerjili Yaygın Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Lagün Yerel olarak değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Kıyı önü Yerel olarak değişken Yüksek Orta Düşük Çok düşük
Yapay Malzemeler
Sıkıştırılmamış dolgu Değişken Çok düşük - - -
Sıkıştırılmış dolgu Değişken Düşük - - -

20
Çizelge 15.10. Japon Meteoroloji Kurumu’nun şiddet ölçeğine göre V veya Modifiye Edilmiş
Mercalli Ölçeği’ne göre VIII şiddetindeki depremin neden olacağı kuvvetli yer
hareketi için ayrıntılı olarak jeomorfolojik birimlerin sıvılaşmaya karşı duyarlılıkları
(Wakamatsu, 1992)

Jeomorfolojik koşullar
Sıvılaşma potansiyeli
Sınıflama Özel koşullar
Vadi düzlüğü: Çakıl ve bloktan oluşan düzlük Olası değil
Kumlu zeminden oluşan düzlük Mümkün

Alüvyal yelpaze: Düşey eğim %5’ten fazla Olası değil


Düşey eğim %5’ten az Mümkün

Doğal sedde: Doğal seddenin tepe kısmı Mümkün


Doğal seddenin kenarı Olası

Bataklık arkası Mümkün


Eski nehir yatağı Olası
Eski göllenme Olası
Bataklık Mümkün

Kuru akarsu yatağı: Çakıldan oluşan yatak Olası değil


Kumlu zeminden oluşan yatak Mümkün

Delta Mümkün
Bar: Kum barı Mümkün
Çakıl barı Olası değil

Kum tepeciği: Tepecğin üst kısmı Olası değil


Tepeciğin alt şevi Mümkün

Plaj: Plaj Olası değil


Yapay plaj Mümkün

Sedde arası bölge Mümkün


Drenajla kazanılmış alan Olası
Kaynak Olası

Dolgu: Kum ve düşük kottaki zemin Olası


arasındaki sınır zonundaki dolgu
Sarp kayalığa bitişik dolgu Olası
Bataklık üzerindeki dolgu Olası
Drenajla kazanılmış alan üzerindeki Olası
dolgu
Diğer tür dolgu Mümkün

(c) 3. aşama değerlendirme yöntemleri (sıvılaşma analizleri):


Yukarıda belirtilen iki aşama ve bunların kapsadığı yöntemler sadece jeolojik ve
jeomorfolojik koşulları esas almakta olup, depremin ve zeminin özelliklerini gözardı
etmektedir. Dolayısıyla bu yöntemler; sıvılaşmanın ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi,
ayrıca tasarım yapılması ve zemin iyileştirme çalışmalarına yön verilmesi gibi
konularda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, sıvılaşma potansiyelinin zeminin ve
depremin özelliklerinin birlikte dikkate alındığı görgül çözümleme teknikleriyle veya
dinamik laboratuvar deney sonuçlarının kullanıldığı analizlere göre değerlendirilmesi

21
en sağlıklı yöntemdir. Bu yöntemler başlıca, arazide gözlenen zemin davranışı ile
değişik indeks deneyler arasındaki karşılaştırmalara dayanan görgül ilişkiler ve
örselenmemiş örnekler üzerinde yapılan laboratuvar deneyleri olmak üzere aşağıdaki
gibi gruplandırılır.
(a) Arazi penetrasyon deneylerinin verisini esas alan görgül yöntemler:
a.1) Standart penetrasyon deneyinin (SPT) verisi esas alınarak tekrarlı gerilme
oranının belirlendiği yöntemler,
a.2) Konik penetrasyon deneyinin (CPT) verisi esas alınarak tekrarlı gerilme
oranının belirlendiği yöntemler.
(b) Makaslama dalga hızı esas alınarak tekrarlı gerilme oranının belirlendiği yöntem.
(c) Çakıllı malzemeler için Becker penetrasyon deneyinin (BPT) verisi esas alınarak
tekrarlı gerilme oranının belirlendiği yöntem.
(d) Laboratuvarda örselenmemiş örnekler üzerinde yapılan dinamik üç eksenli
deney yöntemi.
İlk gruptaki SPT verisini esas alan yöntemler; SPT’nin uzun yıllardır kullanılagelen ve
daha ucuz bir deney olmasının yanı sıra, sıvılaşma ile SPT-N darbe sayıları arasında pek
çok depremde gözlenen sıvılaşma olaylarından derlenmiş zengin bir veri tabanına göre
esaslandırılmış ilişkilerin geliştirilmiş olması gibi nedenlerle, halen en yaygın şekilde
kullanılan yöntemlerdir. CPT ise daha yeni bir deney türü olup, önceki depremlerde
gözlenen sıvılaşma olaylarıyla ilgili olarak CPT’nin SPT’ye göre kullanımı ve sıvılaşma
direnciyle CPT verisi arasında elde edilmiş ilişkiler, SPT ile olan sıvılaşma ilişkilerinde
kullanılan veri tabanına göre daha az bir veri tabanına dayanmaktadır. Bununla birlikte,
günümüzde CPT verisini esas alan yöntemlerin kullanımı da giderek artmaktadır. SPT
verisini esas alan yöntemlerin başında Seed ve Idriss (1971) tarafından geliştirilen görgül
yöntem yer almakta olup, bu yöntem yeni veri tabanlarının kulanımıyla Youd vd. (2001)
tarafından modifiye edilmiştir. Bunun yanı sıra, Çetin vd. (2004b) tarafından önerilen ve
hem deterministik hem de olasılık yaklaşımını içeren SPT tabanlı bir yöntem, Seed ve
Idriss’in yöntemine benzeyen Japan Road Asssociation (1991)’e ait yöntem ile yine
Japonya’da Tokimatsu ve Yoshimi (1983) tarafından geliştirilmiş yöntemler de SPT
verisiyle ilgili diğer başlıca yöntemler olarak sıralanabilir. CPT verisini esas alan görgül
yöntemler ise; Suzuki vd. (1995), Olsen (1997) ve Robertson ve Wride (1998) tarafından
önerilmiş yöntemlerdir.
SPT ve CPT deneyleri çakıl içeren zeminlerde tercih edilmedikleri için, bu tür
zeminlerin sıvılaşmaya karşı dirençlerinin değerlendirilmesi amacıyla veri toplamak üzere
Kanada’da 1950’lerin sonlarına doğru dinamik bir penetrasyon gereci olan Becker
penetrometresi geliştirilmiştir. Bu penetrometre, zemine sürülen 168 mm çapında ve 3 m
uzunluğunda çift çeperli bir muhafaza ile çakma işlemini dizel motoruyla yapan bir darbe
ünitesinden oluşmaktadır (Şekil 15.30). Ancak bu deney yönteminin bir standardı
olmayıp, bu amaçla farklı deney gereçlerinin ve yöntemlerinin kullanımı söz konusudur.
Deneyden belirlenen BPT darbe sayıları eşdeğer SPT darbe sayılarına dönüştürülerek
sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesinde kullanılan ve SPT verisini esas alan
yöntemlerden yararlanılmaktadır. Bu dolaylı yöntem, sıvılaşma potansiyeli analizlerinde
sıvılaşma direncinin hesaplanmasında ek belirsizliklere neden olmakta ve bu nedenle
yaygın şekilde kullanılmamaktadır. Bu deneyle ve deneyin sıvılaşma potansiyelinin
22
değerlendirilmesiyle ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okuyucunun Harder
ve Seed (1986) ile Sy ve Campanella (1994) gibi kaynaklara başvurması önerilir.

Şekil 15.30. Becker penetrasyon deneyi (Harder ve Seed, 1986’dan)


Yukarıda belirtilen yöntemlerin yanı sıra, arazide ölçülen makaslama (S) dalga hızını
(Vs) esas alan bir yöntem (Andrus ve Stokoe, 1997, 2000) de kullanılmaktadır. Zeminin
sıvılaşmaya karşı direncinin belirlenmesinde bir arazi indeks parametresi olarak V s’nin
önerilmiş olması, Vs’nin tekrarlı makaslama oranı ile olan benzerliğinden
kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra, (i) SPT veya CPT ile penetrasyonun veya
örselenmemiş örnek alımının güç olduğu çakıllı zeminlerde S-dalgası hızının ölçümü
kolaydır, (ii) Vs, dinamik zemin tepki ve zemin-yapı etkileşim analizlerine kullanılan bir
parametre olan düşük birim deformasyon makaslama modülüyle doğrudan ilişkili mekanik
bir zemin parametresidir. Bununla birilikte, Vs’nin sıvılaşma potansiyelinin
değerlendirilmesi amacıyla kullanımı açısından ortaya çıkan aşağıdaki sınırlamalar söz
konusudur (Youd vd., 2001).
(1) Sismik dalga hızı ölçümleri küçük birim deformasyonlarda yapılır. Halbuki boşluk
suyu basıncının gelişmesi ve sıvılaşmanın başlaması, orta-yüksek düzeydeki
birim deformasyonlarla ilgili olgulardır.

23
(2) Sismik çalışmalar sırasında, zeminlerin sınıflandırılması ve sıvılaşmaya karşı
dirençli kilce zengin zeminlerin ayırtlanması için gerekli örnekler
alınamamaktadır.
(3) Ölçüm aralıklarının çok geniş tutulması halinde, düşük S-dalga hızına sahip ince
zemin seviyeleri belirlenemeyebilmektedir.
Sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesi konusunda 1996 ve 1997 yıllarında yapılan
uluslararası deprem jeoteknik mühendisliği çalıştaylarında (1996 NCEER and 1998
NCEER Workshops), yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı sıvılaşma direncine ilişkin
değerlendirmelerin; doğrudan ve tek başına Vs’yi esas almak yerine, yeterli sayıda
sondajda arazi deneyleri ve alınan örnekler üzerinde laboratuvarda sınıflama deneyleri
yapılarak, ayrıca yeraltısuyu seviyesi ölçümlerinin alınarak yapılmasının uygun olacağı
önerilmiştir (Youd vd., 2001). Ayrıca bu çalıştaylarda, yüksek V s değerlerine sahip çok
zayıf çimentolanmış sıvılaşabilen zeminlerin de değerlendirilebilmesi için SPT veya CPT
uygulamalarına gerek olduğu da vurgulanmıştır.
Dinamik üç eksenli deney (JSFT, 1990; Ishihara, 1993) ise; özellikle pahalı bir işlem
olan nitrojenle dondurularak alınmış örselenmemiş örneklere (Şekil 15.31) ve karmaşık
bir deney düzeneğine (Şekil 15.32) gereksinim duyulması, ayrıca bu deneyin uzun zaman
alan bir deney olması ve zemin örneğinin laboratuvarda tekrar konsolide edilmesiyle ilgili
güçlükler nedeniyle, daha çok araştırma amacıyla kullanılmaktadır.

Şekil 15.31. Zeminin nitrojenle dondurularak dinamik 3-eksenli deneyler için örnek alınması
(Hatanaka vd., 1995)

Yukarıda ana hatlarıyla değinilen sıvılaşma potansiyelini değerlendirmeye yönelik


başlıca üç grup arazi deney yönteminin avantaj ve dezavantajları, Çizelge 15.11’de
karşılaştırmalı olarak verilmiştir. Ayrıca, gerek diğer ülkelerde gerekse ülkemizde en
yaygın şekilde kullanılıyor olması ve geniş bir veri tabanına sahip olan SPT verisini esas
alması gözetilerek, Youd vd. (2001) tarafından önerilen yöntemin yanı sıra, CPT verisini
kullanan Robertson ve Wride (1998) ile Vs verisini kullanan Andrus ve Stokoe (1997,
2000) tarafından önerilmiş yöntemlerle ilgili hesaplama ve değerlendirme aşamaları
aşağıdaki bölümlerde sunulmuştur.

24
(a)
(a)

(b)
(b)

Şekil 15.32. (a) Dinamik 3-eksenli deney cihazı, (b) bir örneğin deney öncesi ve deney sonrasına
ait görüntüleri (Ulusay ve Tosun, 1999’dan)

25
Çizelge 15.11. Sıvılaşmaya karşı duyarlılığın değerlendirlmesinde kullanılan arazi yöntemlerinin
karşılaştırılması (Youd vd., 2001)

Özellik SPT CPT Vs BPT


(Backer Pen Deneyi)

Sıvılaşma bölgesinde Çok fazla Fazla Sınırlı Ender


yapılmış deney sayısı
ve veri tabanı

Deneyi etkileyen Kısmen drenajlı Drenajlı, büyük Küçük birim Kısmen drenajlı
gerilme birim büyük birim birim deformasyon büyük birim
deformasyon deformasyon deformasyon deformasyon
davranışı
Tekrarlanabilirlik ve Düşük-iyi Çok iyi İyi Düşük
veri kalitesi

Zemin profilindeki Sık aralıklı Çok iyi Orta Orta


değişimin yapıldığı taktirde
belirlenebilmesi iyi
Deneyin Çakılsız zemin Çakılsız zemin Genel (çakıllı) Özellikle çakıllı
yapılabileceği zemin
zeminler

Zemin örneklemesi Evet Hayır Hayır Hayır


İndeks veya İndeks İndeks Mühendislik İndeks
mühendislik özelliği

15.6.5.2. Youd vd. (2001)’nin SPT verisini esas alan yöntemi


Bu yöntemde; bir zeminin sıvılaşmaya karşı direncinin belirlenmesi için
hesaplanması gereken iki değişken söz konusu olup, bunlar: (a) sıvılaşmanın
gerçekleşmesi için depremin neden olacağı tekrarlı gerilme oranı (CSR) ve (b) zeminin
sıvılaşmaya karşı göstereceği direnç (CRR)’tir. Dolayısıyla CRR’nin CSR’ye oranı da
sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısını (FL) verir ve FL’nin büyüklüğüne göre zeminin
sıvılaşmaya karşı direnci hakkında değerlendirme yapılır. Bu tanımlamaya göre,
sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısı ifadesi Eşitlik 15.14’te verilmiş olup, CSR ve CRR’nin
zemin profili boyunca derinliğe bağlı değişimine göre sıvılaşma beklenen seviyeleri
gösteren grafikler de Şekil 15.33’de gösterilmiştir.
FL = CRR / CSR (15.14)
Kuramsal olarak, FL≤1 durumunda sıvılaşma beklenir. Bununla birlikte, FL değeri için
farklı yaklaşımlar önerilmiştir. Seed ve Idriss (1982), uygulamada en düşük FL
değerlerinin 1.25 ile 1.5 arasında alınmasını önerirlerken, Ulusay ve Tosun (1999),
hesaplama sonucunda FL>1.2 koşulunu “sıvılaşma beklenmez”, 1<FL≤1.2 koşulunu ise
“düşük sıvılaşma” olarak tanımlamışlardır. Eurocode 8 (1994)’e göre ise, en düşük
güvenlik katsayısının FL1.25 olması önerilmektedir. Youd vd. (2001) tarafından modifiye

26
edilen ve SPT verisini esas alan bu yöntemde izlenecek hesaplama aşamaları aşağıda
sırasıyla verilmiştir. Bunun yanı sıra, sıvılaşma analizlerinde moment büyüklüğünün (M w)
kullanılması önerilmektedir (Youd vd., 2001).
(a) (b)

Şekil 15.33. (a) CSR ve CRR’nin karşılaştırılması, (b) sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısının
derinlikle değişimine bir örnek (Kramer, 1996)

(a) Aşama 1 -Tekrarlı gerilme oranının (CSR) hesaplanması:

Depremin neden olacağı tekrarlı gerilme oranı (CSR) aşağıdaki ifadeden hesaplanır.
CSR = (av /’v) = 0.65(amax /g)(v /’v)rd (15.15)
Burada; amax deprem tarafından oluşturulan ve yüzeyde etkiyen en büyük yatay yer
ivmesi, g yer çekimi ivmesi, v toplam düşey (normal) gerilme, ’v etkin (efektif) düşey
gerilme (15.33b), rd ise gerilme azaltma katsayısıdır. Ortalama r d değerinin
hesaplanmasında, derinlik de dikkate alınarak, aşağıdaki eşitlikler kullanılabilir (Liao ve
Whitmann, 1986).
rd = 1.0 - 0.00765z z ≤ 9.15 m (15.16a)
rd =1.174- 0.0267z 9.15 m < z ≤ 23 m (15.16b)
Eşitlik 15.16’dan hesaplanan ortalama rd değerleri Seed ve Idriss (1971) tarafından
önerilen değerlerin aralıkları ve ortalamayla birlikte Şekil 15.34’te gösterilmiş olup, Eşitlik
15.15’in mühendislik uygulamalarında rd’nin hesaplanması için yeterli olacağı kabul
edilmiştir. Bununla birlilkte, rd’nin Şekil 15.34’teki eğrilerden belirlenmesi yerine daha
kolay bir hesaplama amacıyla aşağıdaki eşitliğin kullanılması önerilmektedir (Youd vd.,
2001)
0.5 1.5
(1.000 - 0.4113z + 0.04052z + 0.001753z ) (15.17)
rd =
0.5 1.5 2
(1.000 - 0.4177z + 0.05729z - 0.006205z + 0.001210z )
Burada z, yüzeyden itibaren derinlik olup birimi metredir.

27
Şekil 15.34. Seed ve Idriss (1971) tarafından Eşitlik 15.16’dan ortalama değer de dahil edilerek
geliştirilmiş rd-derinlik eğrileri

(b) Aşama 2 - Zeminin sıvılaşmaya karşı göstereceği direncin (CRR) hesaplanması:

CRR’nin hesaplanması için uygun yöntem, örselenmemiş örnekler alınarak bunların


laboratuvarda test edilmesidir. Ancak örneğin alındığı yerdeki arazi gerilmesinin
laboratuvar ortamında yaratılması genellikle mümkün olmayıp, ayrıca taneli zeminlerden
sondaj ve örnekleme teknikleri kullanılarak örselenmeye neden olunmaksızın örnek
alınması hemen hemen olanaksızdır. Bu nedenle uygulamada, SPT ve CPT gibi arazi
deneylerinin yapılarak zeminin sıvılaşmaya karşı direncinin hesaplanmasında bu
deneylere ait verinin kullanılması yaygın bir tercihtir. SPT’yi esas alan Youd vd.
(2001)’nin modifiye ettiği bu yöntemde de bu amaçla SPT darbe sayıları ve SPT tüpüyle
alınan örselenmiş örnekler üzerinde laboratuvarda tayin edilen tane boyu dağılımı
karakteristikleri kullanılmaktadır.
Bu yöntemin daha önceki yıllara ait ilk versiyonunda, zeminin sıvılaşmaya karşı
deirencinin belirlenmesi amacıyla bu kitabın 12. bölümünde belirtilen düzeltilmiş SPT
darbe sayısı (N1)60 ile CSR arasında oluşturulmuş ilişkiyi temsil eden eğriler
kullanılmaktaydı. Ancak yöntemin bu son versiyonunda, bu eğriler devre dışı bırakılarak
CRR aşağıda belirtilen aşamalar izlenerek hesaplanmaktadır. Bu amaçla öncelikle, temiz
kumların (ince tane içeriği %5’ten az olan kumlar) CRR değeri belirlenir. Bunun için SPT
darbe sayısına (N) enerji oranı, kuyu çapı, tij uzunluğu, iç tüp ve örtü gerilmesi
düzeltmeleri uygulanarak (N1)60 hesaplanır. Ancak (N1)60’ın hesaplanmasında örtü
gerilmesi düzeltmesi (CN) için Bolüm 12.3.3.1’deki Çizelge 12.3’deki Liao ve Whitman
(1986)’a ait 5 no.lu eşitliğin kullanılması ve CN’in 1.7’yi aşmaması önerilmektedir (Youd
vd., 2001). CN ayrıca, Kayen vd. (1992) tarafından önerilen ve CN’nin en yüksek değerini
1.7 olarak sınırlayan aşağıdaki eşitlikten de hesaplanabilir.
CN = 2.2 /( 1.2 + (’v /Pa)) (15.18)

28
Daha sonra (N1)60 değeri, 7.5 büyüklüğündeki bir deprem için geçerli olan CRR’nin
(CRR7.5) hesaplanmasına ilişkin aşağıdaki eşitlikte kullanılır.
2
CRR7.5 = (1/ (34 - (N1)60)) + ((N1)60 / 135) + (50 /(10 (N1)60 + 45) ) – (1/ 200) (15.19)
Eşitlik 15.19 (N1)60 < 30 koşulu için geçerli olup, (N1)60 > 30 koşulunda temiz kumların
sıvılaşabilmek için gereğinden fazla sıkı oldukları kabul edilir ve bu koşula uyan temiz
kumlar sıvılaşmaz şeklinde sınıflandırılırlar.
Seed vd. (1985) zemindeki ince tane oranının artmasıyla birlikte CRR’nin de
artacağını belirtmişlerdir. Ancak bu artışın zeminin sıvılaşmaya karşı direncindeki artıştan
mı, yoksa penetrasyon direncindeki azalmadan mı kaynaklandığı hususu açık değildir.
Zeminin plastisitesi gibi diğer zemin karakteristikleri de sıvılaşma direncini etkilemekle
birlikte, bu özelliklerle ilgili olarak jeoteknik deprem mühendisliği camiası tarafından kabul
görmüş düzeltme eşitlikleri geliştirilmemiştir. Bu nedenle, söz konusu bu yöntemde, CRR
ile ilgili gerekli düzeltmenin ince tane oranına (İTO) göre yapılması öngörülmüştür. Bu
amaçla (N1)60’ın temiz kumlar için eşdeğeri olan (N1)60cs, aşağıdaki eşitlikler kullanılarak
hesaplanır ve bu değer sıvılaşma potansiyeli incelenen zeminin CRR’si olarak alınır.
(N1)60cs =  + (N1)60 (15.20)
Burada  ve aşağıdaki eşitliklerden hesaplanan katsayılardır.
=0 (İTO ≤%5 koşulunda) (15.21a)
 = exp[1.76 - (190/İTO)] (%5 < İTO < %35 koşulunda) (15.21b)
= 5.0 (İTO  %35 koşulunda) (15.21c)
 = 1.0 (İTO≤%5 koşulunda) (15.22a)
 = [0.99 + (İTO
1.5
/1000)] (%5 < İTO < %35 koşulunda) (15.22b)
 = 1.2 (İTO  %35 koşulunda) (15.22c)
(c) Aşama 3 - Deprem büyüklüğü ölçek faktörü:
Hesaplamalarda dikkate alnması gereken diğer bir husus da, Eşitlik 15.19’da verilen
CRR ifadesinin 7.5 büyüklüğündeki bir deprem için geçerli olduğudur. Bu nedenle,
büyüklüğü 7.5’tan fazla veya küçük depremlerin söz konusu olduğu sıvılaşma potansiyeli
analizlerinde güvenlik katsayısında deprem büyüklüğüne göre de bir düzeltmenin
yapılması gerekir. Bu düzeltmenin yapılmasında kullanılan faktörün adı “büyüklük ölçek
faktörü, MSF” olup, farklı deprem büyüklüklerine göre farklı araştırmacılar tarafından
önerilmiş MSF değerleri Çizelge 15.12’de verilmiştir. SPT verisini esas alan bu yöntemin
geliştirilmesinden modifiye edildiği döneme değin genellikle Çizelge 15.12’nin ikinci
kolonunda verilen Seed ve Idriss (1982)’in önermiş olduğu MSF değerleri
kullanılmaktaydı. Ancak bu faktörlerin önerildiği dönemde sıvılaşmaya ilişkin veri tabanı
daha sınırlı olup, M<7.5 olan depremler için Seed ve Idriss (1982)’in önerdiği MSF
değerleri tutucu sonuçlar elde edilmesine neden olmaktaydı. Daha sonraki yıllarda veri
tabanlarına eklenen yeni sıvılaşma vakalarından yararlanılarak MSF değerlerinde
değişiklikler yapılmıştır. Deprem jeoteknik mühendisliği kurultaylarında bu faktörler
arasında Çizelge 15.12’nin üçüncü kolonunda verilen ve Idriss’e ait olan MSF
değerlerinin kullanılması önerilmiştir (Youd vd., 2001). Idriss’e ait bu MSF değerleri
ayrıca, analizlerde esas alınan moment büyüklüğüne göre Eşitlik 15.23’ten de
belirlenebilmektedir. Bunun yanı sıra, farklı araştırmacılarca önerilmiş olan ve Çizelge
29
15.12’de verilen MSF değerlerinin deprem büyüklüğüne (Mw) bağlı değişimi ve NCEER
çalıştayında önerilen aralık da grafiksel olarak Şekil 15.35’te sunulmuştır.
2.24 2.56
MSF = 10 /Mw (15.23)
MSF de hesaba katılarak, büyüklüğü 7.5’tan farklı depremlerle ilgili sıvılaşma
analizlerinde sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısı aşağıdaki eşitlikten belirlenir.
FL = (CRR7.5/CSR) MSF (15.24)
Eşitlik 15.24’ten sıvışlaşmaya karşı güvenlik katsayısının hesaplanmasıyla sıvılaşma
potansiyeline yönelik rutin mühendislik değerlendirmesi tamamlanmaktadır. Bununla
birlikte, iki düzeltme daha söz konusu olup, bunlar aşağıdaki “d” maddesinde
sınırlamalarıyla birlikte verilmiştir.
Çizelge 15.12. Değişik araştırmacılar tarafından önerilmiş büyüklük ölçek faktörleri (Youd vd.,
2001’den)
Deprem Seed Idri Ambraseys Arango (1966) Andrus Youd ve Noble (1997)
büyüklüğü ve ssa (1988) ve
M Idriss Uzaklığa Enerjiye Stokoe PL<%20 PL<%32
(1982) göre göre (1997) PL<%50

(1) (2) (3) (4) (5) (6) (7) (8) (9) (10)

5.5 1.43 2.20 2.86 3.00 2.20 2.8 2.86 3.42 4.44
6.0 1.32 1.76 2.20 2.00 1.65 2.1 1.93 2.35 2.92
6.5 1.19 1.44 1.69 1.60 1.40 1.6 1.34 1.66 1.99
7.0 1.08 1.19 1.30 1.25 1.10 1.25 1.00 1.20 1.39
7.5 1.00 1.00 1.00 1.00 1.00 1.00 - - 1.00
8.0 0.94 0.84 0.67 0.75 0.85 0.8? - - 0.73?
8.5 0.89 0.72 0.44 - - 0.65? - - 0.56?
?: Çok belirsiz değerler; PL: Plastik limit
a
1995 Seed Memorial Lecture, University of California at Berkeley (I.M. Idriss ile T.L.Youd’un
1997’deki kişisel görüşmesi)

Şekil 15.35. Farklı araştırmacılar tarafından önerilmiş büyüklük ölçek faktörlerinin moment
büyüklüğüne bağlı değişiminin karşılaştırılması (Youd ve Noble 1997’den Youd vd.,
2001 tarafından türetilmiştir)

30
(d) Yüksek örtü ve statik makaslama gerilmeleriyle ilgili düzeltmeler:
Seed (1983), yüksek ötü gerilmeleri ile statik makaslama gerilmeleri de dikkate
alınacak şekilde, bu gerilmelerle ilgili olarak sırasıyla K ve Ksimgeleriyle ifade edilen
düzeltme faktörlerini önermiştir. Buna göre, söz konusu faktörler de gözetilerek ve Eşitlik
15.24’e dahil edilerek sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısı eşitliği aşağıdaki şekli
almaktadır.
FL = (CRR7.5/CSR) MSF KK (15.25)
Laboratuvarda örneklere tekrarlı gerilmeler uygulanarak yapılmış dinamik 3-eksenli
deneylerin sonuçları, yanal gerilmenin artmasıyla sıvılaşma direncinin yükseldiğini
göstermiştir. Ancak bu artışın hızı doğrusal değildir. CRR ve etkin örtü basıncı arasındaki
doğrusal olmayan bu ilişkiyi dikkate alan Seed (1983), SPT verisini kullanan bu analiz
yöntemini 100 kPa’dan yüksek örtü basınçları altındaki zemin seviyelerinin sıvılaşamaya
karşı direncinin tahmini amacıyla örtü basıncı düzeltmesini (K önermiştir. Seed’in bu
amaçla geliştiridiği  Kdüzeltme grafiği daha sonra ek veriyle desteklenerek Hynes ve
Olsen (1999) tarafından tekrar düzenlenmiş olup, bu grafikten elde edilen K eşitliği hem
2
kPa hem de kgf/cm birimleri cinsinden aşağıda verilmiştir.
(f-1)
K=(’v/Pa) (kPa) (15.25a)
(f-1) 2
K=(’v) (kgf/cm ) (15.25b)

Burada; ’v etkin örtü gerilmesi, Pa atmosferik basınç, f ise göreceli yoğunluk,
gerilme tarihçesi, çökel yaşı ve aşırı konsolidasyon gibi saha koşullarının fonksiyonu olan
bir değerdir. %40-60 arasında değişen göreceli yoğunluk değerleri için f=0.7-0.8, %60-80
arasındaki göreceli yoğunluk değerleri için ise f= 0.6-0.7’dir. K’nın ’v (kgf/cm )’ye bağlı
2

değişimini f ile birlikte gösteren (Eşitlik 15.25b) grafikler Şekil 15.36’da verilmiştir. Hynes
ve Olsen (1999), bu f değerlerini mühendislik uygulamalarında hem temiz ve siltli kumlar
hem de çakıllar için tutucu K değerlerinin elde edilmesi için önermiş olup, bu husus
deprem jeoteknik mühendisliği camiasınca da kabul edilmiştir (Youd vd., 2001).

Şekil 15.36. K’nin tahmini amacıyla ’v>2 atm koşulu için önerilmiş eğriler (Tezcan
ve Özdemir, 2004’ten)
31
Düşük yanal basınçlar altındaki orta-sıkı taneli zeminlerin sıvılaşmaya karşı dirençleri
statik makaslama gerilmesiyle artar. Bunun aksine, yüksek yanal basınçlar altındaki
gevşek ve orta sıkılıktaki zeminlerin sıvılaşma dirençleri ise statik makaslama
gerilmeleriyle azalmaktadır. Bu etkinin de dikkate alınması amacıyla Seed (1983), bu
faktöre ilişkin bir düzeltme katsayısı önermiştir. Bu katsayı (K ), bir düzlem üzerinde
etkiyen statik makaslama gerilmesinin etkin düşey gerilmeye göre normalize edilmesiyle
belirlenen bir “” parametresinin fonksiyonudur. Bu amaçla Harder ve Boulanger (1997)
tarafından bir dizi K- eğrileri üretilmiştir. değerleri normal olarak dinamik tepki
analizleriyle belirlenmekle ve K ile ilgili eğriler mevcut olmakla birlikte, bunların kullanımı
sırasında konuyla ilgili mühendislik deneyimine de gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle,
bu eğrilerin bu konuda uzman olmayanlar tarafından rutin mühendislik analizlerinde
kullanılmaması önerilmektedir (Youd vd., 2001).

15.6.5.5. Kohezyonlu zeminlerin sıvılaşma potansiyeli


Uzun yıllar boyunca sıvılaşmanın sadece kumlarda meydana geldiği ve sıvılaşmayla
ilgili yüksek boşluk suyu basınçlarının gelişmesi için ince taneli zeminlerin uygun
olmadıkları düşünülmüştür. Sıvılaşma, diğer zemin türlerine oranla genellikle kumlu
zeminlerde çok daha kolay gelişebilen bir davranış türü olmakla birlikte, 1995 Hyogo-ken
Nanbu (Japonya) depreminde küçük çakıllı ve killi zeminlerde de gözlenmiştir (Shibata
vd., 1996). Bu depremde killi zeminlerde meydana gelen sıvılaşma, kilin muhtemelen
deprem sırasında yumuşayarak sıvılaşan kumla birlikte yükselip yüzeye çıktığı şeklinde
açıklanmaktadır (Shibata vd., 1996). Ancak, sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesi
için kullanılan ve arazi deneylerini esas alan mevcut analiz yöntemleri, killerde ve küçük
çakıllarda gözlenen sıvılaşmanın tahmin edilmesinde yetersiz kalmaktadır. Kohezyonlu
zeminler (killer ve plastik siltler) makaslandıkları ve yoğrulduklarında, önemli düzeyde
dayanım kaybına uğrayabilirler. Plastik olmayan siltlerin sıvılaşmasıyla ilgili olarak
laboratuvarda ve arazide yapılan gözlemler, ince taneli zeminlerin sıvılaşmaya karşı olan
duyarlılıklarının sadece tane boyundan değil, plastisite özelliklerinden de etkilendiğini
göstermiştir (Ishihara, 1984, 1985). Ishihara (1993), kohezyonsuz ve plastik olmayan iri
siltlerin sıvılaşmaya karşı oldukça duyarlı olduklarını, buna karşın plaka şekilli daha ince
siltlerin ise genellikle sıvılaşmaya karşı yeterli düzeyde kohezyona sahip olduklarını
belirtmektedir. Killer sıvılaşmaya karşı duyarlı olmamakla birlikte, duyarlı (hassas) killer
sıvılaşan zeminlere benzer şekilde “birim deformasyon yumuşaması” adı verilen bir
davranış sergileyebilirler. Kohezyonlu zeminlerin sıvılaşıp sıvılaşmayacaklarının
değerlendirilmesi amacıyla tane boyu, su içeriği ve likit limit gibi zemin özelliklerini dikkate
alan bir ölçüt (kriter) önerilmiş olup, bu ölçüt “Çin Ölçütü” olarak adlandırılmaktadır
(Wang, 1979). Bu ölçüte göre ince taneli kohezyonlu zeminlerin potansiyel olarak
sıvılaşabilirliği aşağıdaki koşulların sağlanmasıyla ilgilidir.
(a) 0.005 mm'den ince tane yüzdesi < %15
(b) Likit limit (LL) < % 35
(c) Doğal su içeriği (w) > 0.9 LL
Yukarıda sıralanan koşulların ilki kil yüzdesi olup, Çin’de kullanılan tanımlamaya göre
kil tane boyutu 0.005 mm’den küçüktür. Bu ölçütün önerilmesinden sonraki yıllarda

32
Çin’de meydana gelen depremlerle ilgili gözlemlerden yararlanan Wang (1981), bu ölçütü
modifiye ederek 2. Çin ölçütü adıyla önermiştir. Çin ölçütünün bu versiyonunda önceki
versiyona üç koşul eklenmiş olup, tüm koşullar aşağıda verilmiştir.
(a) Doğal su içeriği (w)  0.9LL
(b) Likitlik (sıvılık) indeksi (LI) ≤ 0.75
(c) SPT darbe sayısı (N60) ≤ 4
(d) Tek eksenli sıkışma dayanımı (qu) < 50 kPa
(e) Duyarlılık (hassasiyet) (St) > 4 (St = qu/qm; qu: örselenmemiş örneğin tek
eksenli sıkışma dayanımı, qm: aynı su içeriğinde yoğrulmuş örneğin tek
eksenli sıkışma dayanımı)
Çin ölçütü daha sonra Andrews ve Martin (2000) tarafından tekrar değerlendirilmiş ve
bazı değişiklikler yapılarak siltlerin ve killi kumların sıvılaşma duyarlılığı için “Modifiye
Edilmiş Çin Ölçütü” adıyla kullanıma sunulmuştur (Çizelge 15.13). Bu ölçüte göre, kil
tane boyutu 0.002 mm olarak alınmış ve kil içeriği %10’dan ve likit limiti %32’den küçük
zeminlerin sıvılaşma potansiyeline sahip olacakları kabul edilmiştir. Kil içeriği %10’dan ve
likit limiti %32’den yüksek olan zeminlerde ise, tekrarlı gerilmeler altında klasik
sıvılaşmanın meydana gelme olasılığının düşük olduğu ve bu ölçütler arasında yer alan
özelliklere sahip zeminlerden örnek alınarak bunların sıvılaşma potansiyelinin deneylerle
(örneğin 3-eksenli dinamik deney) değerlendirilmesi önerilmektedir.
Çizelge 15.13. Siltlerin ve killi kumların sıvılaşma duyarlılığı için Modifiye Edilmiş Çin Ölçütü
(Andrews ve Martin, 2000)
(1) (2)
Kil içeriği (%) Likit l limit <%32 Likit lmit >%32
İleri çalışmalar gerekir
<10 Sıvılaşmaya karşı duyarlı (Mika gibi plastik, ancak kil
boyutunda olmayan taneler
dikkate alınmalıdır)
İleri çalışmalar gerekir
(Maden ve taş ocağı artığı gibi
>10 plastik olmayan, ancak kil Sıvılaşmaya karşı duyarlı
boyutundaki taneler dikkate değil
alınmalıdır)
(1)
Kil tane boyutu 0.002 mm’den küçük malzeme içindir
(2)
Casagrande aletiyle belirlenmiş likit limit
Kohezyonlu zeminlerin sıvılaşma potansiyeli için laboratuvar ve arazi deneylerinin
sonuçları esas alınarak, Modifiye Edilmiş Çin Ölçütü’nün diğer bir versiyonu da Tezcan
ve Özdemir (2004) tarafından önerilmiştir. Bu ölçüte göre, herhangi bir zeminin sıvılaşma
potansiyeline sahip olması için zeminde aranan koşullar aşağıda, ölçüte ilişkin
değerlendirmeler de Şekil 15.38’de verilmiştir.
(1) w  0.7 LL
(2) LL ≤ %50
(3) LI ≤ %75
(4) f2 ≤ %30
(5) PI ≤ %25

33
Burada; w doğal su içeriği, LL likit limit, LI likitlik indeksi, f 2 0.002 mm’den küçük
tanelerin yüzdesi ve PI plastisite indeksidir.

Şekil 15.38. Kohezyonlu zeminlerin sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesi için Tezcan ve


Özdemir (2004) tarafından önerilmiş değerlendirme ölçütü
Yukarıda değinilen ölçütlerin yanı sıra, ince taneli zeminlerin sıvılaşma potansiyelinin
değerlendirilmesi amacıyla son yıllarda Bray ve Sancio (2006) tarafından önerilmiş diğer
bir ölçüt de bulunmaktadır. Zeminin plastik limiti ile su içeriğini esas alan bu ölçüt, Çizlege
15.14’de verilmiştir.

Çizelge 15.14. İnce taneli zeminlerin sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesi amacıyla Bray ve
Sancio (2006) tarafından önerilmiş zemin kıvamı ölçütü

Zemin özelliği Potansiyel olarak sıvılaşabilir Ayrıntılı deney gerekir


Plastik limit (PL) PL< %12 %12≤ PL< %18
Nem içeriği (w) w>0.85 LL w>0.8LL

34
Sıvılaşma potansiyelinin değerlendirilmesi sonucunda potansiyel olarak sıvılaşablir
zeminlerin varlığının belirlenmesi halinde, dikkatler bu zeminler üzerinde yoğunlaşmakta
ve makaslama veya yoğrulma nedeniyle dayanım kaybına uğrayan ve önemli düzeyde
duyarlı (hassas) olan kohezyonlu zeminler (killer ve plastik siltler) ihmal edilebilmektedir.
Örneğin, yaklaşık %15’ten fazla ince tane içeren orta derecede plastisiteye (%8 ≤ PI ≤
%15) sahip ince taneli zeminler belirsiz bir aralıkta yer almaktadır. Bu tür zeminlerden
örselenmemiş örnek alımının olanaklı olduğu dikkate alınırsa, bu örnekler üzerinde
laboratuvarda dinamik deneylerin yapılmasının ve sıvılaşma potansiyellerinin yanı sıra,
hassaslıklarının (St) da değerlendirilmesinin gerekeceği göz önünde bulundurulmalıdır.
15.6.6. Sıvılaşma Etkilerinin Değerlendirilmesi
Bir önceki bölümde sunulan yöntemler, zeminlerin sıvılaşmaya karşı dirençlerinin,
dolayısıyla senaryo veya beklenen bir deprem sırasında zeminlerin sıvılaşmaya ne
ölçüde yakın olabileceklerinin belirlenmesi amacıyla güvenlik katsayılarının hesaplanması
ilkelerini içermekteydi. Mühendislik uygulamaları açısından sıvılaşmanın meydana
gelebilmesinin yanı sıra, zeminde ve çevredeki yapılarda neden olacağı sonuçların da
tahmini önem taşımaktadır. Herhangi bir derinlikteki bir zemin seviyesinin sıvılaşmaya
karşı direncinin belirlenmesi için hesaplanan güvenlik katsayısı, o seviyede sıvılaşmanın
beklenebilirliği hakkında bir değerlendirmenin yapılmasında yeterli olmakla birlikte, geniş
alanlara ve sıvılaşmanın etkilerine yönelik değerlendirmelerde ve aynı istifte sıvılaşabilir
nitelikteki tüm zemin seviyelerinin ortak etkisinin yorumunda tek başına yeterli
olamamaktadır. Bu nedenle, hesaplanan güvenlik katsayıları da dikkate alınarak
hesaplanan ve sıvılaşmanın yayılımı ile etkileri hakkında değerlendirme yapılmasında,
ayrıca sıvılaşmaya duyarlı alanların ayırtedilmesi amacıyla sıvılaşma potansiyeli
mikrobölgeleme haritalarının hazırlanmasında yararlanılabilecek bazı parametrelerin
tayinine yönelik yöntemler kullanılmaktadır. Bu kapsamda önerilmiş “sıvılaşma potansiyeli
indeksi, IL (Iwasaki vd., 1982)”, “sıvılaşma şiddeti indeksi, LS (Sönmez ve Gökçeoğlu,
2005)” , Ishihara (1985)’nın sıvılaşmaya bağlı yüzey hasarlarının tahmini amaçlı yöntemi
ile bu yöntemin sınırlayıcı bazı özelliklerinin modifiye edildiği diğer bir yöntem (Sönmez
vd., 2008) aşağıdaki bölümlerde sunulmuştur.
15.6.6.1. Sıvılaşma potansiyeli indeksi
Herhangi bir derinlikteki bir zemin seviyesinin sıvılaşmaya karşı direnci, bir önceki
bölümde ayrıntısı verilen sıvılaşma analizi yöntemlerden biri kullanılarak tayin edilen
güvenlik katsayısı kavramı ile değerlendirilebilmektedir. Bununla birlikte, zemin
sıvılaşmasının neden olduğu zemin ve yapı hasarları sıvılaşmanın derecesinin şiddetiyle
yakından ilgilidir. Dolayısıyla güvenlik katsayısı, geniş alanlar için göreceli bir
değerlendirme yapılmasına ve sıvılaşma potansiyeli açısından mikrobölgelendirme
haritalarının hazırlanmasına doğrudan olanak sağlayamamaktadır. Bu durum gözetilerek,
Iwasaki vd. (1982) tarafından güvenlik katsayısını da içerecek şekilde “sıvılaşma
potansiyeli indeksi” adı verilen bir parametre önerilmiştir. Sıvılaşma derecesinin şiddetini
tanımlayan bu parametre (IL), aşağıdaki eşitlikten belirlenir.
z


IL  F( z)w( z)dz
0
(15.36)

35
Yukarıdaki eşitlik değişik ve çok sayıda seviyeden oluşan bir zemin istifi için
n
IL   (FwH)
i
i (15.37)

şeklinde ifade edilebilir. Burada,


n : İstifteki toplam zemin seviyesi sayısı
i : Derinlikle artan zemin seviyesi sayısı
z : İncelenen zemin seviyesinin orta noktasının derinliği (m)
H : Zemin seviyesinin kalınlığı (m)
FL : Sıvılaşmaya karşı güvenlik katsayısı
w : Yüzeyden olan derinliğe bağlı sıvılaşma potansiyeli azaltma faktörü
olup,

FL < 1 için F= 1-FL


FL  1 için F= 0
z < 20 m için w = 10 – 0.5z
z  20 m için w= 0
olarak alınır. IL kavramı için derinliğin en fazla 20 m ile sınırlandırılmasında, daha önce
değinildiği gibi, geçmişte meydana gelen depremlerde 20 m’den daha derinde sıvılaşma
olgusuyla karşılaşılmamış olması dikkate alınmıştır. FL=0 koşulunda incelenen zemin
profili için (z=20 m) IL = 100 (en yüksek) ve FL  1 koşulunda ise IL=0 (en düşük)
olmaktadır.
Çok sayıda zemin seviyesini içeren bir çökel istifte IL değeri her zemin seviyesi için
ayrı ayrı hesaplanır. Herhangi bir derinlikteki bir yer için için toplam I L değeri bu tüm
seviyelerin IL değerlerinin toplamıdır. Toplam IL hesaplandıktan sonra incelenen zeminin
sıvılaşma riski derecesi, IL değerine göre Çizelge 15.15’te verilen tanımlamalar esas
alınarak belirlenir. M= 7.0 büyüklüğündeki senaryo bir deprem için bir yerleşim alanında
yapılan sondajlara göre hesaplanmış sıvılaşma indeksi değerleri kullanılarak hazırlanmış
bir sıvılaşma potansiyeli haritası Şekil 15.39’da örnek olarak verilmiştir.
Çizelge 15.15. Sıvılaşma potansiyeli indeksine (IL) göre sıvılaşma riski dereceleri (Iwasaki vd.,
1982)
IL Risk Derecesi
0 Çok düşük
0< IL 5 Düşük
5< IL 15 Yüksek
IL > 15 Çok yüksek

36
Şekil 15.39. Sıvılaşma potansiyeli indeksine göre hazırlanmış bir mikrobölgeleme haritası örneği
(Ulusay ve Kuru, 2004)

15.6.6.2. Sıvılaşma şiddeti indeksi

Sıvılaşma potansiyeli indeksine göre Çizelge 15.15’te verilen risk derecelerine


bakıldığında, bu sınıflamanın dört risk derecesini içerdiği ve bunlar arasında “sıvılaşmaya
karşı duyarlı olmayan-sıvılaşmayan” ve “orta derecede duyarlı” gibi iki kategori yer
almamaktadır. Bu indeksle ilgili söz konusu bu sınırlama dikkate alınarak, IL sınıflaması
Sönmez ve Geökçeoğlu (2005) tarafından modifiye edilmiştir. Bu amaçla Sönmez ve
Gökçeoğlu (2005), 15.36 no.lu IL eşitliğine Juang vd. (2003) tarafından önerilen
sıvılaşma olasılığı kavramını (PL) ekleyerek ve güvenlik katsayısı (FL) için bir eşik değer
de belirleyerek aşağıda verilen “Sıvılaşma Şiddeti İndeksi, LS”ni önermişlerdir.
LS = PL(z)W(z)dz (15.38a)
Burada;
4.5
PL (z) = 1/ [1 + (FL/0.96) ] (FL ≤ 1.411 için) (15.38b)
PL(z) = 0 (FL > 1.411 için) (15.38c)
veya FL ≤ 1.411 koşuluna sahip bir zemin, Andrews ve Martin (2000) tarafından verilen
ve kil içeriği ile likit limiti esas alan sınıflamaya (bknz. Çizelge 15.13) göre “sıvılaşmaz”
olarak değerlendirilir. LS değerlerine göre önerilen sıvılaşma şiddeti sınıflaması Çizelge
15.16’da verilmiştir. Sönmez ve Gökçeoğlu (2005) tarafından L S’ye, Youd ve Perkins
37
(1987) tarafından önerilen ve yanal yayılma hareketiyle ilgili olan Sıvılaşma Şiddeti
İndeksi (LSI) (bknz. Eşitlik 15.13) ile aynı isim verilmişse de, bu iki kavram birbirlerinden
farklı olup karıştırılmamalıdır.
Çizelge 15.16. Sıvılaşma şiddeti indeksi (LS) sınıflaması (Sönmez ve Gökçeoğlu, 2005)
LS Tanım
85 ≤ LS < 100 Çok yüksek
65 ≤ LS < 85 Yüksek
35 ≤ LS < 65 Orta
15 ≤ LS < 35 Düşük
0 < LS < 15 Çok düşük
LS = 0 Sıvılaşmaz

15.6.6.3. Yüzeyde sıvılaşmadan kaynaklanan zemin hasarlarının tahminiyle


ilgili yöntemler
Deprem sırasında zeminlerde gelişen yüksek boşluk suyu basınçları, suyun yüzeye
doğru hareketiyle azalma eğilimi göstermekte ve hidrolik eğim kritik bir değere ulaşınca
kum taneleri zemindeki çatlak, fisür ve kanallar boyunca su tarafından yüzeye
taşınmaktadır (bknz. Şekil 15.12). Ancak sıvılaşan zeminin yüzeye kadar ulaşabilmesi;
gelişen boşluk suyu basıncının büyüklüğüne, sıvılaşan zeminin kalınlığına ve
yoğunluğuna, ayrıca bu zeminin üzerinde yer alan sıvılaşmaya karşı dirençli zeminin
kalınlığı ile geçirgenliğine de bağlıdır. Dolayısıyla derinde veya ince kum seviyelerinde
meydana gelen sıvılaşma, üstte yeterli kalınlıktaki sıvılaşmayan zemin seviyelerinin
(kapak zemini) varlığı halinde, yüzeye kadar ulaşamayabilir. Bu koşullarda yüzeyde kum
kaynamaları veya volkanları görünmemekle birlikte, bu durum her zaman sıvılaşmanın
meydana gelmediği anlamına da gelmemektedir. Çünkü depremler sonrasında yapılan
bazı hendek çalışmalarında, sıvılaşmış kumun bir baca boyunca dizildiği, ancak bu
bacanın yeryüzeyinin altında belirli bir derinliğe kadar yükselebildiği de görülmüştür
(Obermeier, 1996). Bu durum dikkate alınarak, yüzeydeki zeminde bir sıvılaşmanın
hasara yol açıp açmayacağının tahmin edilmesi amacıyla iki yöntem geliştirilmiş olup,
bunlar ana hatlarıyla aşağıda verilmiştir.
(a) Ishihara (1985)’nın yöntemi:
Ishihara (1985), bu konu ile ilgili olarak 1976 Tangshan (M=7.7; Çin) ve 1983
Nihonkai-Chubu (M=7.8, Japonya) depremlerinde sıvılaşmadan kaynaklanan zemin
hasarlarına ilişkin raporlardan yararlanmıştır. Araştırmacı, bu depremlerde kaydedilen yer
ivmelerinin değişim aralıkları için sıvılaşan zeminin ve sıvılaşmaya karşı dirençli örtü
zemini seviyesinin kalınlıklarına bağlı olarak, sıvılaşmanın etkilerinin yüzeyde görülüp
görülemeyeceğini Şekil 15.40a’daki grafik kullanılarak tahmin edilmesini önermiştir. Buna
göre, incelenen lokasyonlarda sıvılaşmaya yatkın zemin seviyesinin kalınlığı (H2) ile örtü
zemininin kalınlığı (H1) grafik üzerine işlenir. Bu grafikte değişik ivme değerleri için
önerilen sınır çizgileri de dikkate alındığında, işaretlenen nokta analizde kullanılan ivmeyi
temsil eden eğrinin solunda kalıyorsa, sıvılaşmadan kaynaklanacak zemin hasarının
yüzeyde gözlenmemesi gerektiği şeklinde bir yorum yapılır. H 1 ve H2 kalınlıklarının
yeraltısuyu tablasının konumuna göre nasıl seçileceği Şekil 15.40b’de verilmiştir. Ancak
Şekil 15.40b’den görüleceği gibi, Şekil 15.40a’da verilen grafiğin SPT darbe sayısı
38
sadece N<10 olan sıvılaşabilen zeminler için kullanılabileceği gibi bir sınırlamasının
olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Şekil 15. 40. (a) Yüzeyde sıvılaşmadan kaynaklanan zemin hasarlarının tahmini için sınır eğrileri
ve (b) sıvılaşabilen kum seviyesi ile kapak zemininin kalınlıklarının yeraltısuyu
tablasının konumuna göre belirlenmesi (Ishihara, 1985)
(b) Sönmez vd. (2008) ‘nin yöntemi:
Youd ve Garris (1995), sıvılaşmanın gözlendiği ve çok sayıda sondajın yapıldığı
yerlerden derledikleri veriyi kullanarak Ishihara (1985)’nın önermiş olduğu yöntemi
sınamışlardır. Bu değerlendirme sonucunda araştırmacılar, yanal yayılmaya karşı duyarlı
olmayan alanlarda bu yöntemle yüzeydeki zeminde sıvılaşmaya bağlı hasarların
genellikle doğru tahmin edilebilmesine karşın, yanal yayılmanın olduğu yerlerde ise Şekil
15.40a’daki sınırlar kullanılarak doğru bir tahmin yapılamadığını belirlemişlerdir. Ishihara
39
(1985)’nın yöntemini 1999 Chi-Chi depreminde (Tayvan) sıvılaşmanın gerçekleştiği
alanlarda uygulayan Yuan vd. (2003) ile Chu vd. (2004) yöntemin şiddetli yanal yayılma
meydana gelmiş alanlar için sağlıklı tahmin yapılmasına olanak sağlamadığını ve bu
nedenle yöntemin modifiye edilmesinin yararlı olacağını belirtmişlerdir. Bu yöntem,
ardalanmalı bir şekilde bulunan sıvılaşabilir ve sıvılaşmaya karşı dirençli çok sayıda
zemin seviyelerinden oluşan bir çökel istifte bu seviyelerin sıvılaşmaya bağlı zemin
deformasyonları üzerindeki ortak etkisini ve 0.5g’den büyük yer ivmelerini dikkate
almamaktadır. Bunun yanı sıra bu yöntem, Şekil 15.40b’den görüleceği gibi, SPT darbe
sayısı 10’dan küçük olan zeminlerle sınırlıdır.
Yukarıda belirtilen sınırlamaların giderilmesi amacıyla Sönmez vd. (2008), 1999
Kocaeli ve 1999 Chi-Chi depremlerinde meydana gelen sıvılaşma olaylarına ilişkin veri ve
gözlemleri kullanarak, sıvılaşma şiddeti indeksi (LS) ile sıvılaşmaya karşı dirençli kapak
zemininin kalınlığı (H1) arasında kurdukları ilişkilere göre Şekil 15.41’de verilen grafiği
önermişlerdir. Bu grafikte; sıvılaşmanın beklenmediği bir bölge ile sıvılaşmanın yüzeydeki
zeminde hasara neden olacağını (A), hasarın olasılı olabileceğini (B) ve hasarın meydana
gelmeyeceğini (C) ifade eden üç bölge daha bulunmakatadır. Hesaplanan L S ve
belirlenen H1 değerlerine göre, incelenen yerde sıvılaşmaya bağlı zemin hasarının
beklenip beklenmeyeceği konusunda Şekil 15.41’deki grafikten yararlanılabilir.

Şekil 15.41. Sıvılaşmanın yüzeydeki zeminde hasara neden olup olmayacağının tahmin
edilmesinde kullanılmak üzere Sönmez vd. (2008) tarafından önerilmiş abak

15.6.7. Sıvılaşmayla İlgili Arazi Çalışmalarında Dikkat Edilecek Başlıca


Hususlar
Sıvılaşmayla ilgili çalışmalarda öncelikle, sıvılaşmaya karşı duyarlı olan
çimentolanmamış çökellerin yayılımının belirlenmesi amacıyla jeolojik çalışmaların
yapılmasında yarar vardır. Bu çalışmalarda elde edilen bilgiler jeoloji haritaları ve
40
kesitlerinde sunulmalı ve sıvılaşmaya karşı duyarlı olan çökellerin özellikleri, kalınlıkları
vb. gibi bilgiler rapor edilmelidir. Bu çalışmalarda, yeraltısuyu tablasının 15 m’den daha
sığ derinliklerde bulunduğu alanlardaki Holosen-Pleyistosen yaşlı kohezyonsuz silt, kum
ve ince taneli çakıl çökellerinin üzerinde durulması önem taşımaktadır. Ayrıca incelenen
alanın geniş olması halinde, jeomorfolojik ve jeolojik ölçütlerden de yararlanılarak,
sıvılaşmaya duyarlı ve duyarlı olmayan birimlerin ayırtlanıp haritlanmasında da yarar
vardır.
Gerek jeoteknik amaçlı sondajlarda, gerekse inceleme alanında mevcut su
kuyularında yeraltısuyu tablası derinliğinin ölçülmesi, suya doygun ve doygun olmayan
zemin seviyelerinin belirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra,
yeraltısuyu tablasının mevsimlere bağlı olarak değişim gösterebileceği de dikkate
alınarak, farklı zamanlarda su tablası derinliği ölçümlerinin alınması ve incelenen alan
veya havzalar için uzun dönemli su tablası ölçümleri alınıp değerlendirilmiş ise, sıvılaşma
analizlerinde su tablasının en sığ olduğu derinliklerin üzerinde durulmasında yarar vardır.
Çünkü en kritik koşulun dikkate alınması açısından, sıvılaşma potansiyeli analizlerinin en
sığ su tablasının konumuna göre yapılmasında yarar vardır. Bunun yanı sıra, yeraltısuyu
tablasının doğal ve insan kaynaklı nedenlerle sığ olabileceği de dikkate alınmalıdır.
Yeraltısuyu tablası kıyıda deniz kotundan veya göl ya da rezervuar yakınında su
kotundan biraz yukarda olabilir. Ayrıca insan yapısı göller ve rezervuarlar daha önce
doygun olmayan genç çökellerde sığ yeraltısuyu tablası koşullarının gelişmesine yol
açar.
Sıvılaşma analizlerinde, yüzeyden itibaren 15 ve tercihan 20 m derinlikler dikkate
alınmaktadır. Bu nedenle, sıvılaşmaya dönük amaçlarla öngörülen sondajların bu
derinliklere inecek şekilde planlanmasına dikkat edilmelidir. Sondajlı çalışma sırasında
elde edilen bulgular, sıvılaşma potansiyeline sahip zemin seviyelerinin 20 m ‘den daha
derinde de bulunacağına işaret ediyorsa, SPT veya CPT deneyinin yapıldığı kuyularda
sıvılaşmaya karşı duyarlı olmayan bir zemin seviyesine girilene değin sondaja en az 3 m
daha devam edilmesi önerilmektedir (SCEC, 1999). SPT darbe sayılarının sıvılaşma
potansiyeli analizlerinde başlıca parametre olması nedeniyle, bunların doğru şekilde
belirlenmesine ve bu amaçla SPT deneyinin standarda uygun şekilde yapılmasına özen
gösterilmelidir.
Bu tür çalışmalarda genellikle dönel sondaj tekniğinin kullanılması önerilmekle birlikte,
burgu da kullanılmaktadır. Ancak burgu kullanılırken sondaj deliği içinde örselenme ve
kabarmanın önlenmesi veya en aza indirilmesi için özel çaba sarfedilmelidir. Burgulu
sondaj yapılırken sondaj sıvısı olarak su kullanılırsa, kuyunun duraylı kılınması güç
olabilir ve bu açıdan bentonit-su karışımı şeklindeki sondaj sıvısı tercih edilebilir.
SPT deneyinin hangi aralıklarda yapılacağı konusu projenin gereksinimlerine bağlı
olarak değişir. Ülkemizde de uygulandığı gibi, sıvılaşma analizleri için SPT deneyleri
genellikle 1.5 m aralıklarla yapılmaktadır. Ancak iki deney seviyesi arasında SPT’nin
yapılmadığı 1.5 m ‘lik zemin profillerinde sıvılaşmaya yatkın seviyelerin bulunması
halinde, bu seviyelerden sıvılaşma analizinde kullanılması gereken tane boyu dağılımı
karakteristiklerini belirlemeye yönelik örnek alma olanağı ortadan kalkacaktır. Bu
nedenle, çökel istifle ilgili bazı ön bilgilerin ışığında gerekirse 1.5 m’den daha sık
aralıklarla (örneğin 0.75 veya 1 m aralıkla) SPT deneyleri yapılarak örselenmiş örnekler
alınmalıdır. Ayrıca uygulamada yapılan tipik bir hata da, SPT deney seviyelerinden

41
alınmış SPT tüpü örneklerinden sadece bazılarının deneye tabi tutulması, dolayısıyla
sıvılaşmaya yatkın bazı seviyelere ait tane boyu analizlerinin olmaması nedeniyle bu
seviyeler için değerlendirme yapılamamasıdır. Bu tür hatalı uygulamalardan kaçınılması,
daha sağlıklı analiz sonuçlarının elde edilmesine katkıda bulunacaktır. CPT deneyinde
zeminden örnek alımı olanaklı olmadığı için, CPT ve zeminin davranış türü ile ilgili
değerlendirmelerin yapılabilmesi amacıyla CPT kuyularının en azından birinin yakınında
örnek alma amacıyla bir SPT sondajının da yapılması önerilmektedir (SCEC, 1999).
15.6.9. Sıvılaşmadan Kaynaklanabilecek Hasarların Azaltılması
Yapıların tasarımında ve inşasında sıvılaşmaya bağlı olarak meydana gelebilecek
zararların en aza indirilebilmesi için esas alınan yöntemler,
1. Sıvılaşmaya karşı duyarlı zeminlerde yapı inşasından kaçınılması,
2. Sıvılaşmaya duyarlı zeminlerde uygun temel seçimi ve
3. Zemin iyileştirmesi
olmak üzere başlıca üç gruba ayrılır. Ancak 2 ve 3 numaralı teknikler temel
mühendisliğinin uzmanlık alanına girdiği için, değişik mühendislik disiplinleri arasında
teknik iletişimin sağlanması amacıyla burada sadece bu yöntemlerin başlıca özelliklerine
aşağıda özetle değinilmiştir.
15.6.9.1. Sıvılaşmaya duyarlı zeminlerde yapı inşasından kaçınılması
Sıvılaşmaya karşı önlem olarak akla gelen ilk ve en ekonomik yöntem, sıvılaşabilir
zeminlerde inşaat yapılmasından kaçınmaktır. Bu amaçla, öncelikle sahadaki zeminlerin
sıvılaşmaya karşı duyarlı olup olmadıkları tayin edilir ve değerlendirme sonuçlarının
zeminin sıvılaşma potansiyeline sahip olduğunu göstermesi halinde (Şekil 15.45),
planlanan yapının bu zeminde inşasından vazgeçilerek, başka inşaat alanı seçenekleri
araştırılır. Bununla birlikte, yapılaşma açısından zorunlu bir alan sınırlamasının veya
herhangi bir tesis (örneğin fabrika, liman vb.) için zemin koşulları dışında gerekli diğer
koşulların söz konusu tesis açısından uygun olması halinde, sıvılaşma potansiyeline
sahip olmasına rağmen, yapının bu tür zeminler üzerinde inşasının zorunlu olduğu
durumlar da söz konusu olabilmektedir. Sahanın terk edilemediği bu tür durumlarda,
aşağıda belirtilen temel tiplerinden uygun olanı seçilmekte veya zemin iyileştirme
yöntemleri uygulanmaktadır.

Şekil 15.45. Sıvılaşmadan kaynaklanacak zararların en aza indirilmesinde izlenecek yol ve


yararlanılabilecek yöntemler

42
15.6.9.2. Sıvılaşma koşullarına uygun temel tipi seçimi
Sıvılaşmaya karşı dayanıklı yapı inşasında, yapı temeli sıvılaşmanın etkilerini
karşılayabilecek şekilde tasarımlanır. Temel tasarımına ilişkin hususlar, sığ ve derin temel
kavramları dikkate alınarak, radye temel ve kazık temel şeklinde değerlendirilir.
(a) Sığ temeller:
Sığ temellerin tasarımında temeli oluşturan tüm elemanların temelin üniform şekilde
hareket etmesine veya oturmasına olanak sağlayacak şekilde birbirleriyle bağlantılı
olması önemlidir. İyi bir bağlantı, temelin üzerindeki yapısal elemanlara etkileyecek olan
tekrarlı makaslama kuvvetlerinin azalmasına katkıda bulunur. Şekil 15.46a’da görülen
radye temel sıvılaşmaya karşı uygun bir temel tipi olup, yapının altındaki yerel sıvılaşma
zonundan kaynaklanan yükleri çevresindeki daha sağlam zemine aktarabilmektedir. Tekil
temeller üzerinde inşa edilmiş bir yapıda ise, sıvılaşmaya maruz kalan zeminin yatay
veya düşey yönlerdeki hareketi temellere de yansımakta ve sıvılaşmayla ilişkili kalıcı
yerdeğiştirmeler yapının yıkılmasına veya hasara uğramasına yol açmaktadır (Şekil
15.46b).
Su ve kanalizasyon borusu vb. gibi gömülü hafif alt yapı elemanlarının sıvılaşmadan
zarar görmemesi ve/veya maruz kalacakları hasarın en aza indirebilmesi amacıyla,
boruların sıvılaşmadan kaynaklanan yanal hareketleri ve yerdeğiştirmeleri
karşılayabilecek düzeyde esnekliğe sahip bağlantılarla birleştirilmesi tercih edilen bir
yöntemdir (Şekil 15.46c).

Şekil 15.46. Sıvılaşmaya karşı radye temel uygulaması (www.ce.washington.edu), (b) tekil
temellerde sıvılaşmanın etkisi (Port Harbour Research Institute of Japan, 1997), (c)
esnek bağlantılarla birleştirilmiş borular
43
(b) Derin temeller:
Yapı temellerinin içine yerleştirileceği zeminin taşıma gücünün çok düşük ve
sağlam zeminin derin olduğu koşullarda yapının sığ temeller üzerine inşa edilmesi tercih
edilmez. Bu tür koşullarda, sağlam zemine veya temel kayaya kadar inen kazık temeller
oluşturularak, yapılar bu temellerin üzerine inşa edilirler. Sıvılaşma, kazık temellerin
üzerinde büyük yanal yüklerin etkimesine neden olur. Bu nedenle, zayıf ve sıvılaşmaya
yatkın zeminler içinde inşa edilen kazık temeller sadece yapının aktardığı yükleri
taşımakla kalmayacak, aynı zamanda zeminin sıvılaşması halinde yatay yönde etkiyen
yüklere ve bükülme momentlerine de karşı koyacak şekilde tasarımlanır. Sıvılaşmanın
etkilerine karşı yeterli derecede direnç gösterebilmesi için kazıklar daha büyük boyutlarda
ve takviyeli olarak yapılır. Aksi takdirde kazıklarda bükülme meydana gelerek, yapının da
hasar görmesine neden olunabilir (Şekil 15.47a). Kazık temel uygulamasında dikkat
edilen diğer önemli bir husus da, kazıkların yapının tabanındaki bağlantılarının esnek
olmasıdır. Böylelikle yapının herhangi bir rotasyona uğraması engellenmiş olur. Eğer
kazıkların bağlantı noktaları yenilirse (hasar görürse) yapı döndürücü mometlere karşı
koyamayarak hasara uğrayabilir (Şekil 15.47b).
(a) (b)

Şekil 15.47. (a) Sıvılaşma nedeniyle kazık temellerde bükülme, (b) yapının rotasyona uğraması
(www.ce.washington.edu)
15.6.9.3. Zemin iyileştirmesi
Zeminlerin sıvılaşmaya karşı direncini arttırmak amacıyla uygulanan zemin
iyileştirmesi tekniklerinin başlıca amacı, aşırı boşluk suyu basınçlarının gelişmesini
deprem öncesinde önlemek veya sıvılaşmaması için zemini sıkı hale getirmektir. Hedefe
ulaşılması için doğal durumuna oranla zeminin sıkılığı veya drene olabilme kapasitesi
arttırılır. Bu amaçla kullanılan ve ana ilkeleri sıkıştırma, drenaj ve katılaştırma olan başlıca
teknikler aşağıda verilmiştir.
(a) Sıvılaşma potansiyeli yüksek zeminin kazılıp kaldırılarak, yerine sıvılaşmayan bir
zeminin serilmesi,
(b) Dinamik sıkıştırma (kompaksiyon)

44
(c) Titreşimle sıkıştırma (vibro-kompaksiyon)
(d) Patlatma ile sıkıştırma
(e) Sıkıştırma enjeksiyonu
(f) Taş kolonları ve sıkıştırma kazıkları
(g) Drenaj teknikleri
Bununla birlikte, bu teknikler özellikle geniş alanlarda uygulanacak iyileştirme
çalışmaları için oldukça pahalı yöntemlerdir, ayrıca siltli zeminlerde her zaman iyi sonuç
vermeyebilirler. Bu yöntemlerin seçiminde; yöntemin ilgili zemine uygulanabilirliği,
etkinliği, fiyatı ve çevreyle ilgili hususlar rol oynamaktadır. İyileştirme tekniklerinin başlıca
özellikleri aşağıda özetle verilmiştir.
(a) Sıvılaşmaya yatkın zeminin sıvılaşmayan bir zeminle değiştirilmesi:
Sıvılaşmaya yatkın bir zeminin kalın ve geniş bir yayılıma sahip olmaması durumunda,
bu zeminin sıvılaşmaya karşı dirençli bir zeminle değiştirilmesi tercih edilebilir. Bu
yöntem, sıvılaşma potansiyeline sahip zeminin kazılarak kaldırılması ve yerine sıvılaşma
eğilimi olmayan bir zeminin konması esasına dayanır. Bazı durumlarda kazılan
malzemenin yerine serilen zemin sıkıştırılmaktadır. Yöntemin avantajları, sıvılaşmaya
engel olması ve kısa sürede gerçekleştirilmesidir. Buna karşın, yöntemin uygulanması
halinde kazılan malzeme nedeniyle toprak yığınının oluşması ve toprak kirlenmesi
açısından bir incelemenin yapılması da gerekmektedir (Moffat, 2007).
(b) Dinamik sıkıştırma:
Bu yöntem, yaklaşık 40 ton ağırlığında bir şahmerdanın öngörülen sıkıştırma
derinliğine bağlı olarak, 10 ile 30 m arasında değişen yüksekliklerden ardarda düşürülüp
zeminin darbe etkisiyle sıkıştırılması esasına dayanır. Bu amaçla, iyileştirilecek zeminin
yüzeyi kare şeklinde alanlara bölünür ve her karenin içinde kalan alandaki zemine darbe
uygulanır (Şekil 15.48). Yöntem, kum zeminlerin sıvılaşmaya karşı direncinin arttırılması
amacıyla ekonomik bir yöntem olarak kabul edilmekte olup, özellikle gevşek kumlar,
dolgular, maden atıkları ve çökebilen zeminlerde uygulanır. Yöntem, 12 m derinliğe kadar
ekonomiktir (Moffat, 2007). Dinamik yüklemeden dolayı zemindeki aşırı boşluk suyu
basıncı sönümlendiğinde, zeminde ek bir sıkışma meydana gelir. Bununla birlikte,
zeminin içerdiği ince tane miktarı fazla ise, sıkışma güçleşir. Uygulanırken yarattığı
titreşimler nedeniyle, bu yöntem yerleşim alanlarında tercih edilmez.

Şekil 15.48. Dinamik kompaksiyon uygulamalarından görüntüler (Moffat, 2007)

45
(c) Titreşimle sıkıştırma (Vibro-kompaksiyon):
Titreşimle sıkıştırma; derinde yer alan, taneli, kohezyonsuz zeminlerin sıkılaştırılması
için yararlanılan ekonomik ve etkin bir yöntemdir. Bu yöntemde, zeminin içine indirilen bir
başlık sürekli şekilde titreştirilerek geçici bir sıvılaşma yaratılır. Sıvılaşma sırasında
taneler arası kuvvetler kaybolur ve yerçekimi kuvvetiyle zemin taneleri daha sıkı bir
konuma geçerek zemin dayanımı kalıcı şekilde artar. Geçici sıvılaşma durumu sırasında
sıvılaşmadan kaynaklanan boşluk, malzeme ile beslenerek sıkı kum kolonları oluşturulur
(Şekil 15.49). Eklenen malzeme iyi derecelenmiş, sert, taneli ve ince malzeme içeriği az
olan kumdur. Uygulamada bu yöntemle 30 m kadar bir derinliğe inilebilmekte ve belirli
aralıklarla sıkıştırma işlemi yapılmaktadır.
(a) (b) (c)

Şekil 15.49. Titreşimle sıkıştırma yönteminde: (a) titreşimi sağlayan başlığın indirilmesi, (b)
dolgunun yapılması, (c) kum kolonunun oluşturulması (Moffat, 2007)
Titreşimle sıkıştırma uygulamasında kullanılan ekipmanın esasını bir başlık oluşturur.
Bu başlık, bazı yardımcı ünitelerle desteklenmiştir. Başlık bir vince serbest olarak asılmış
olup, alt ve üst uçlarına su jetleri yerleştirilmiştir. Başlık, yatay titreşim hareketlerini
oluşturan ve eksantrik olarak dönen ağırlıkları taşıyan slindirik bir boru parçasından
oluşur (Cernica, 1995). Şekil 15.50a’da görüldüğü gibi, titreşirken ve su püskürtülürken
başlık kendi ağırlığı ile gerekli penetrasyon derinliğine kadar indirilir. Başlık bu derinliğe
ulaştığında, su akışı azaltılır ve akış aşağıdan yukarıya doğru tersine çevrilir (Şekil
15.50b). Titreşim devam ederken, yatay titreşim hareketiyle genişleyen delik uygun taneli
bir malzemeyle doldurulur ve bir taraftan da başlık yavaş yavaş yukarı çekilir (Şekil
15.50c). Başlık yukarıya çekilirken, zaman zaman ve belirli bir süre titreştirilerek malzeme
sıkılaştırılır. Sonuçta, Şekil 15.50d’de gösterildiği gibi, taneli bir malzeme kolonu elde
edilir. Aynı zamanda bu malzeme kolonunun çevresindeki zemin de orijinal halinden daha
sıkı bir konuma gelmiş olur (Cernica, 1995).
Titreşimle sıkıştırma tekniği, %30-40’tan daha az ve pratik olarak %12-15 sınırında
ince tane (0.02-0.06 mm) içeren zeminlerde uygulanır. 0.02 mm’den küçük taneler
sıkılaşmayı engellemektedir (Moffat, 2007). Bu teknik, daha çok yeraltısuyu seviyesinin
altında yer alan gevşek kumlarda etkili olmaktadır. Şekil 15.51’de gösterilen tane boyu
dağılımı aralıklarına göre, bu yöntemle etkili sonuç alınabilmesi için en uygun tane boyu
aralığı B zonuna düşerken, C zonua düşen zeminler daha zor sıkılaşmakta, çakıl gibi iri
malzeme içeren A zonundaki zeminler ise düzenekte sorun çıkarabilmektedir.
46
Şekil 15.50. Titreşimle sıkıştırma tekniğinde sıkılaştırma süreci (Cernica, 1995)

Şekil 15.51. Vibroflotasyon için uygun zeminler (Brown, 1977)


(d) Patlatma ile sıkıştırma:
Zeminde yapılan patlatmalardan kaynaklanan enerji boşalımı geçici bir sıvılaşma
yaratır ve bu durum zemin tanelerinin daha sıkı bir konuma gelecek şekilde dizilmeleriyle
sonuçlanır. Bu teknik; iyileştirilecek zemin türleri, maliyet ve iyileştirmenin etki derinliği
açısından avantajlı bir yöntemdir (Moffat, 2007) Patlatma ile sıkıştırma 5-10 m aralıklarla
açılmış sondaj kuyularında 3-6 m aralıklarla yerleştirilmiş patlayıcıların patlatılmasıyla
uygulanır (Şekil 15.52). Patlatmadan sonra kuyular yeniden doldurulur. Patlatmayla zemin
yüzeyinde bir kabarma meydana gelir, gaz ve su çatlaklardan dışarı atılır. Patlatma,
ancak %20’den az silt ve %5’den az kil içeren, suya tamamen doygun zeminlerde etkili
47
olabilir. Patlatmayla etkin bir sıkıştırmanın sağlanabilmesi için iyileştirilecek zeminin
gevşek, doygun ve dernaja izin verebilecek özellikte olması gerekir. Ancak bu yöntemin
uygulandığı alanın yakınındaki yapılara zarar verebilecek kadar güçlü titreşimler
oluşturacağı da gözardı edilmemelidir (Kramer, 1996).

Şekil 15.52. Patlatmayla iyileştirme uygulamalarından görüntüler (Moffat, 2007)


(e) Sıkıştırma enjeksiyonu:
Bu yöntemde; kimyasal madde ve/veya su, kum ve çimentonun karıştırılmasıyla elde
edilen akıcılığı düşük bir karışım belirli bir basınç altında zemine enjekte edilir. Karışım,
nüfuz ettiği zeminin tanelerini öteleyerek sıkıştırır ve duraylı bir zon oluşturur. Böylece
zeminin dayanımı ve sıkılığı artar (Şekil 15.53). Ayrıca kimyasal karışımlar, ya da su, kum
ve çimento karışımları zeminin geçirimliliğini azalttığından, bunlar yeraltısuyunun akışını
azaltmak için de kullanılır. Yöntemin en önemli avantajlarından biri, mevcut yapıların
temellerine de uygulanabilmesidir. Bu amaçla enjeksiyon işlemi yapının yan tarafından
yapılacağı gibi, zeminde açılacak eğimli delikler aracılığıyla doğrudan temelin altındaki
zemine de uygulanabilir. Sıkıştırma enjeksiyonu oldukça pahalı bir yöntemdir, ayrıca
enjeksiyonun etkili olabileceği alanın belirlenmesi de güçtür.

Şekil 15.53. Sıkıştırma enjeksiyonu (www.ce.washington.edu)


(f) Taş kolonları ve sıkıştırma kazıkları:
Zeminde açılan geniş çaplı deliklerin çakıl ile doldurulması, taş kolonu yönteminin
esasını oluşturur. Taş kolonları; titreşimle sıkıştırma tekniğiyle gerçekleştirilebileceği gibi,
48
metal muhafaza borularının içinden zemine dökülen çakılların üzerine şahmerdan
düşürülerek de gerçekleştirilebilir. Sıkıştırma işlemi yapıldıkça, muhafaza borusu aşamalı
olarak yüzeye çekilir (Şekil 15.54).
Gevşek kumların sıkıştırılması için beton veya çelik sıkıştırma kazıkları da
kullanılabilir. Sıkıştırma kazıkları, akma yenilmelerini önlemede de etkili olabilirler, ancak
büyük depremlerde doformasyona uğrayabilirler. Sıkıştırma kazıkları, 2-3 m aralıklarla
yerleştirilirler ve zemini genellikle kazık çapının 7-12 katı kadar bir mesafeye kadar
sıkıştırabilirler. Bu yöntemle kazıklar arasındaki zeminin göreceli (rölatif) sıkılığı %75-80’e
kadar arttırılabilir. Uygun koşullarda sıkıştırma kazıkları; diğer yöntemlere göre daha ucuz
olmaları ve zeminin sıkılığındaki artışın SPT veya sabit pistonlarla alınan örselenmemiş
örneklerle kontrol edilebilmesi gibi nedenlerle oldukça avantajlıdır. Ancak farklı oturmalara
neden olabilirler (Kramer, 1996).
(a) (b)

Şekil 15.54. (a) Taş kolonları (www.ce.washington.edu) ve (b) uygulaması (Baker, 1999)

(g) Drenaj teknikleri:


Sıvılaşmadan kaynaklanabilecek zararlar, zeminin drenaj kapasitesi arttırılarak da
azaltılabilmektedir. Eğer zeminin gözeneklerindeki su ortamdan uzaklaştırılabilirse,
deprem sırasında gelişebilecek aşırı boşluk suyu basınçları da önemli ölçüde azaltılmış
olacaktır. Çakıl ve kum drenleri veya zemine yerleştirilen sentetik malzemeler
(jeomembranlar) başlıca drenaj teknikleri olarak kullanılmaktadır (Şekil 15.55). Çakıl ve
kum türü malzemeler, zeminde düşey yönde belirli aralıklarla açılmış deliklerden
dökülerek çakıl veya kum drenleri oluşturulur. Buna karşın sentetik malzemeden üretilmiş
jeomembranlar ise, zemine istenilen bir açıyla yerleştirilebilmektedir. Bu teknikler,
sıvılaşmanın engellenmesi, kolaylıkla yerleştirilebilmeleri ve doğal drenaj yolunu
kısaltmaları gibi avantajlara sahiptir. Oturmaya neden olabilmeleri aşırı boşluk suyu
basınçlarının gelişme süresiyle karşılaştırıldığında, bu basınçların daha kısa sürede
sönümlenememesi ve ikincil drenaj tekniklerine de gerek duyulması gibi dezavantajları
vardır. Sıvılaşmaya karşı daha etkili bir zemin iyileştirmesinin yapılabilmesi amacıyla,

49
drenaj teknikleri çoğu kez yukarıda belirtilen diğer zemin iyileştirme teknikleriyle birlikte
kullanılmaktadır.

Şekil 15.55. Bazı drenaj teknikleri (Moffat, 2007)

Yukarıda ana hatlarıyla belirtilen iyileştirme yöntemlerinin, ayrıntılı mühendislik


çalışmaları ve fizibilite analizleri yapılmadan önerilmesi veya talep edilmesi halinde,
başarısız uygulamalara neden olunabileceği gözardı edilmemelidir. Depreme
oldukça duyarlı ülkelerde iyileştirme yöntemlerinin; bazı laboratuvar deneylerinin
yanı sıra, sahada pilot çalışmaların da yapılarak, seçilen yöntemin etkin sonuç
verip vermediğinin denetlenmesinden elde edilecek sonuçlara göre uygulanması
önerilmektedir (Committee on Earthquake Engineering, 1985; Port and Harbour
Research Institute of Japan, 1997).

NOT: Metinde değinilen kaynakların açık yazılımları, Ulusay


(2010)’da mevcuttur.

50

You might also like