You are on page 1of 34

POLS 317 TURKISH FOREIGN POLICY

- 19. yy da Osmanlının Modernleşme Başlangıcı ve Temel Parametreleri


Devletin temel görevi ; Vergi toplamak ve Düzenli Ordu kurmak.
Osmanlı, Ayanlık sistemi  Osmanlı hükümdarlarının mutlak egemenliğini kısıtlayan ilk
belgedir. 29 Eylül 1808 tarihinde Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa tarafından hazırlanıp,
Padişah II. Mahmut'a onaylatılan dayatma bir sözleşmedir.
NOT ; dünya feodaliteden kurtulurken, osmanlı da yeni başlamış, nihayetinde bu belgeyle
de tescillenmiştir.
Ayan’ın bir sınıf olarak ortaya çıkması ve güçlenmesi şu şekilde anlatılmaktadır; “Ayanlar,
özellikle merkezi otoriteyi sürdüremeyen, kırsal alanda tımar sisteminin yozlaşması ve
zayıflamasıyla denetim gücünü yitiren ve gerek bu boşluktan ötürü, gerekse nüfus artışı ve
işsizlikle birlikte baş gösteren iç ayaklanmalar karşısında merkezi devletin de onayladığı
yerel savunma milislerinin liderleri konumunda olan ve zaman içinde iltizam sistemi
sayesinde iktisadi olarak da güçlenen, neredeyse devletin taşradaki gayri resmi
temsilcileriydi” . Öte yandan, sancak idarelerindeki değişiklikler, Anadolu’da karışıklıkların
artması, merkezi otoritenin zayıflığı, vergi toplama meselesi, vilayet ve şehir kethüdalığının el
değiştirmesi de Anadolu’da ayanlığın ortaya çıkması ve güçlenmesinin diğer sebepleri
arasındadır.
Ayanlığın Güçlenmesi
Bu sürecin devamında özellikle 18. yüzyıla gelindiğinde herhangi bir sancakta kimin
mütesellim olacağına artık merkezi devlet ya da vali değil, yerel ayan kendi arasında karar
veriyor, tercih edilen kişi, resmi atamayı yapacak olan devlet temsilcilerine bildirilmekteydi.
Sultan’ın seferleri için, bizzat silahlandırdıkları ve ücret ödedikleri birliklerin her bakımdan
sorumluları durumunda olan ayanlar otoritelerinin farkındaydılar ve hiçbir şeyin
özerkliklerini engelleyecek güçte olmadığını biliyorlard . Mesela, 1798’de Fransa ile savaş
başladığı için III. Selim ayanla barış yapmak zorunda kalmış ve imparatorluğun
düşmanlarına karşı onların askeri desteğini elde etmek için kendilerine hemen-hemen sınırsız
bir güç vermiştir. Ayanın Osmanlı iktidar yapısında yeni bir unsur olarak yerini aldığının en
bariz örneği, ‘Rusçuk ayanı olan Alemdar Mustafa Paşa’nın 28 Temmuz 1808’de ordusu ile
İstanbul’a gelip IV. Mustafa’nın yerine II. Mahmut’u tahta çıkarmasıdır’. Böylece daha
önceleri taht değişikliklerinde siyasi iktidar unsuru olarak işbirliği yapan kapıkulları ile
ulemanın yanında yeni bir iktidar unsuru olarak ayan da siyaset arenasındaki yerini almış
oldu.
Ayanlığın Kaldırılması
Ayanın Sened-i İttifak ile devlet idaresinde otorite kazanma girişimleri, kendi aralarında
birlik olamamaları, saray entrikaları, ocaklı ve ulemanın muhalefeti ve dış tahrikler
sonucunda başarıya ulaşmadı ve 1808’deki isyanda Alemdar’ın hayatını kaybetmesiyle
birlikte “Sened-i İttifak” tamamen hükümsüz kaldı.

Devlet ayanların gücünü kırmak için çeşitli politikalar geliştirmişti; bazen ölen ayanların
yerine yenilerini tayin etmeyerek bu kurumu zayıflatıp, merkezi idareyi güçlendirmeyi
amaçlamış, bazen merkeziyetçiliği güçlendirmek için gerektiğinde ayanlar katledilmiş, bazen
de ayanları birbirine kırdırıp güçlerini azaltma yoluna gitmiştir.
Osmanlı Devleti özellikle II. Mahmut’tan itibaren ayan ailelerine mensup kişilere devlet
memurluğu vererek etkilerini kırmış ve Tanzimat’tan sonra hükümet, vilayet idaresini
doğrudan doğruya merkezden gönderilen valiler vasıtasıyla yürütmeye başlamış ve böylelikle
Osmanlı tarihinde görülen “ayanlar devri” kapanmıştır.

- Osmanlının ticari ortamdan uzak kalması

1
- Merkezi otoritenin gün geçtikçe zayıflaması
II. Mahmut düzenli orduyu kaldırdı (Nizamı Cedit)
- 1821 de Yunanlılar ayaklandı (Yunanlılar korsanlık ile bir sermaye birikimi yaptılar)
- Osmanlıda ilk modernleşen bölge Balkanlardır, çünkü burada bir ticari birikim oluştu.
- 1838 de İngilizler ile yapılan Balta Limanı Antlaşması, sonucunda Gümrük Birliği ve
Kapitülasyonlar
- İngilizler, Osmanlının toprak bütünlüğünü 40 yıl kadar, kendi çıkarları doğrultusunda
korudu.
- 1856 da Osmanlı Avrupa devleti olarak kabul edildi.
- Bütün bu dönemde Osmanlı özenle Kapitalizmi yok saydı
- Özel Mülkiyeti yok saydı, Osmanlıya göre mal tanrının dolayısıyla Padişahındır fikri hakim
di.
- 1870 Almanya, milli birliğini sağlayarak yeni bir güç olarak ortaya çıkıyor.
- 1878 Osmanlı – Rus Savaşı ; Osmanlı’nın parçalanma süreci
-- Imparatorluk kurtarılamayınca zorunluluktan dolayı Ulus devlete geçildi.
- 20.yy başında Türkçülük akımı ortaya çıktı.
- Alman etkisi 18.yy sonlarına doğru Osmanlıda yükselmeye başladı, çünkü Osmanlı ile iyi
ilişkiler kurarak bunu sağladılar (savaşı tercih etmediler).

- 1 Kasım 1922 Osmanlı imp. resmi olarak sona erdi. (Deniz Hocaya göre, Osmanlı 1912
Balkan Savaşı ile fiili olarak sona ermiştir)

** Türk Dış Politikası yayılmacılığa dayalı değildir, Türk dış politikası Rasyoneldir, çıkarlar
ön plana çıkar.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Avrupa’da feodalite yıkılırken bizde yeni kurulmuştu.
Devletin temelinde vergi toplamak ve düzenli ordu vardır.
Osmanlı’nın temelinde fetihler yapmak, ganimet toplamak ve kendi aralarında üleşmek vardı.
- - Ayan Sistemi+Ulema+Yeniçeri Osmanlı’da önemliydi.
Osmanlı, ticari kapitalizmden uzak ve kapalı ticaret esastı.

1821 Yunan ayaklanmasının sebebi Rumların korsanlıktan dolayı diğer uluslara göre daha
zengin olmasıdır.
1838 Balta Limanı Antlaşması, İngiltere ve Osmanlı arasında olmuştur. İngiltere, Osmanlı
coğrafyasında gümrük birliğini elde etti.(Bir nevi kapitülasyon). Bu antlaşmanın siyasi
koruması 1839 Tanzimat Fermanıdır.

1858’e kadar özel mülkiyet yoktu. 1858’de ilk defa Arazi mülkiyeti oldu.

1878 Osmanlı-Rus Savaşı, artık Osmanlı’nın iteklemeyle gidecek hali kalmadı. İngilizler,
Ruslarla oturdular ve Doğu Sorunu diye isimlendirdikleri Osmanlı topraklarını paylaşma
emellerini ortaya çıkardılar. Kendi çıkarları doğrultusunda “Ermeni” ve “Kürt” devleti
oluşsun anlayışı ortaya çıktı. 1881, Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı ilk kürt isyanıdır. Ruslarda
ve İngilizlerde yeni oluşan yapılar bana bağlı olsun anlayışı vardı.

**Bugünkü pek çok sorun Osmanlının parçalanma dönemiyle başladı.


Ayanlık sistemi zarar gördü, Yeniçeri kaldırıldı, Ulema yerini yeni okullar aldı(Harbiye,
Mülkiye, Tıbbiye gibi) Yüzünü batıya açan yeni bir nesil yetişmeye başladı, geleneksel
yapıdan uzaklaşıldı. Elitlerin ilk amacı İmparatorluğu kurtarmaktı ve en son olarak T.C. ni
istediler.

2
**20.yy. başı Türkçülük akımı başladı(Ziya Gökalp)
19.yy sonlarına doğru Almanya’nın etkisi hissedildi. Bunun sebebi Almanya’nın bu dönemde
Osmanlıyla iyi ilişkiler içine girmek istemesidir. Haydarpaşa-Bağdat Demiryolu
**1912’de Osmanlı son buldu(Balkan Savaşıyla)
1916’da Sykes-Picot antlaşmasıyla İngilizler ve Fransızlar gizli anlaşmayla Osmanlıya nüfuz
ettiler.
**TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Yayılmacı değildir. Rasyonel temele dayanır. Mezhep, din, ırk üzerine değil. Çıkarlar üzerine,
akılcı ve laik bir anlayış vardır.
Dış politikada Ebedi dostluklar ve düşmanlıklar yoktur, ebedi çıkarlar vardır.
SINAV da önemli olan alt yapı ve üst yapı ilişkilerini Analiz edebilmektir.

**Türk Dış Politikasını, Osmanlıdaki modernleşmeyle ele almak gerekir.


Atatürk’ün dehası geçmişten ders alıp sentez yapmaktır.
Modernleşme karşısında feodal imparatorluklar ayakta kalamadı
**Modernleşme sürecinin siyasi bağlamda izi İngiltere’dir. 1600lerde olan ve 50 yıl süren
Cumhuriyet Dönemi (Ticari devrimin öncüsü) ayrıca Sanayi Devriminin öncüsüdür.

ABD nin dünya tarihindeki önemli çıkışları. Bu süreci 1823-1945 yılları olarak ele alabiliriz.
1) 1823 Monroe Doktrini (19yydaki çıkışı)
Temelinde, Avrupa’nın Kuzey Afrika’daki sömürge yarışına katılmıyor fakat Güney
Amerika’ya da hiçbir Avrupalı gücü katmıyor. Burayı tek başına sömürge yapma avantajına
sahip oldu.
2) 1861-1865 İç Savaşı
Kuzey(sanayileşme yanlısı), Güney(köleliğe ihtiyacı var)
Sanayi cephesi, tarım cephesini yok etti.
3) 19.yy son çeyreği Almanya-Japonya ile birlikte neo-merkantilizm politikası izledi.
Korumacılık
Dünyaya ilk müdahalesi 1918 Wilson İlkeleridir. 2.Dünya savaşı sonrası süper güç oldu.
Avantajı, her iki dünya savaşına katıldı fakat bu savaşları kendi anavatanında yaşamadı.

Fransa
Napolyon’un hatası Rusya’ya savaş açmasıdır. Aynı hatayı Hitler’de yapmıştır.

Almanya
1870 ler den sonra birliğini tamamlaması
Sanayi Devriminde ardıl güç olması
Geç Modernleşme ve otoriter/otokratik modernleşme (eski hakimler yeni hakimler oldu)
19.yyın son çeyreğinde Anti Semitizmin öncüsüdür.

Rusya
Çarlık Rusya’sı 1917’de Bolşevik devrimiyle kaldırıldı
Stalin, Rusya’yı sanayi gücü haline getirdi, 1930 da kendi feodal yapısını kaldırdı.

Genel Değerlendirme  Osmanlı kapitalizmin dışında kalmasının sonucunu parçalanarak


aldı.
Ortadoğu’da Devlet geleneği olan ülkeler sadece İran(2500 yıl) ve Türkiye’dir.(2819 yıl)
fakat İran hep bu topraklardaydı. Osmanlı bittikten sonra ne Ortadoğu’da ne Balkanlar’da
ne de Kafkaslar ’da istikrar sağlandı. Yapay bölünme, zorlama, büyük güçlerin o günkü
çıkarları istikrarın oluşmamasına neden olmuştur. Devlet, ulus birliği yok, insanlar

3
kendilerini o devlete ait görmüyorlar. Mücadele edememelerinin sebebi budur. Haritalar
değişse bile bugünkü büyük güçlerin çıkarlarının yarın ne olacağı belli değil.
**1960’da Kıbrıs konusunda yalnız kaldık. Bütün Arap devletleri Yunanistan’ı destekledi.
ABD nin dünya politikasına müdahalesi Wilson ilkeleri ile başlar.
- ABD nin gücünü sürekli artırmasının nedenleri ; kendi ana karalarında şavaş görmemesidir
ve bir kıta devleti olmasıdır
- Almanya 1870 de kendi birliğini sağladı (Otokratik modernleşme yolunda ilerledi ; bu
durum genellikle geç modernleşen ülkelerde görülmüştür.)
- Rusya  Çarlık Rusya 1817 Bolşevik Devrimi (Sanayi Devrimine geçiş ise Stalin ile
oluyor.)
- Osmanlı modernleşmede çok geri kaldı.
- Osmanlı yıkıldıktan sonra, ne Balkanlar’da, ne Kafkasya’da, nede Orta Doğuda istikrar
sağlanamadı.
- Bu günkü Orta Doğudaki yapı tamamıyla kağıt üzerinde sömürgeci ülkeler tarafında kendi
çıkarları doğrultusunda, bölgenin kendi dinamiklerini dikkate almadan çizilen sınırlardan
oluşmaktadır. Yani bu haritalar doğal haritalar değildir. (Bu günkü bölgedeki çatışmaların
kaynağıda bu doğal olmayan sınırlardan kaynaklanmaktadır.).

** Osmanlı’nın çöküşünü incelerken şurayı irdelemek gerekir.


Modernleşme Süreci (üretim yapısının değişmesi)
Gerileşmeyi hep askeri yapıda aradılar.
Islahatlar 3.Selimle başlar. Nizam-ı Cedid, Osmanlı Devleti'nde III.Selim tarafından kurulan
düzenli ordudur.
** Feodalite Osmanlıda devlet eliyle kurulmuştur.
Ayanların asker toplama ve vergi toplama yetkisi vardı

1808 Senedi İttifak


Sened-i İttifak (29 Eylül 1808) Osmanlı Sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa'nın Rumeli ve
Anadolu ayanlarını İstanbul'da toplayarak yapmış olduğu anayasal bazı nitelikler içeren bir
anlaşmadır. Her ayan İstanbul’a gelirken kendi ordusuyla gelmiştir.
Ayanlık sistemi, Ulema(din) ve yeniçeri ocağının kaldırılması SİYASİ DÖNEMEÇTİR.

**1838 Balta Limanı Antlaşması(İngiltere Gümrük Birliği)


1839 Tanzimat fermanı (İngiliz tebasına adli ve ekonomik alanda imtiyazlar verildi)

1878 Osmanlı-Rus Savaşı


Bu savaşa kadar İngiltere kendi çıkarları için Osmanlının toprak bütünlüğünü korudu.

Doğu Sorunu (İngilizlerle – Ruslar arasında, Osn. topaklarının paylaşılması) (Osmanlının


tasfiyesinden sonra ne tür devletler ortaya çıkacak? Hangi büyük gücün çıkarları
doğrultusunda hareket edilecek gibi çeşitli sorunlar ortaya çıktı)
- Anadolu’da “Ermeni” ve “Kürt” devletlerinin kurulması amacı vardı.

19yyda Ulema sınıfının yerini yeni bir Elit kesim aldı.

*Sosyo-ekonomik alt yapı ilişkilerinin, üst yapıyı etkilemesini inceleyeceğiz.

**1911’de İtalya, Trablusgarp’ı aldı


1912’deki Balkan savaşı, Osmanlı’nın bitişidir. Daha sonra parçalanma hızlanmıştır.

4
**1nci Dünya savaşı sırasında yapılan (1916 da) Sykes-Picot Anlaşması, I. Dünya Savaşı
sırasında, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta
Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.Doğu Sorununun son evrimidir.
Rusya’ya İstanbul verilecekti. (verilmedi)
** 24 Nisan 1920’de San Remo Konferansında bu sorun yeniden yaşam alanı almıştır.
Mandacılık görüşü ortaya çıkmıştır. Sevr Antlaşması, bu konferansın bir uzantısıdır. San
Remo Konferansı, 1870 lerde başlayan Doğu Sorununun bir parçasıdır. Büyük güçlerin
Ortadoğu’da yeni nüfuz alanları elde etme ve Osmanlıyı yok etme amaçları vardı

Sevr Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu
hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km. batısındaki Sevr
banliyösünde imzalanmış fakat uygulamaya konmamış barış antlaşmasıdır. Antlaşma
imzalandığı dönemde devam eden Türk Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda Türklerin
galibiyetiyle, bu antlaşma yerine 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanıp,
uygulamaya konduğundan Sevr Antlaşması yürürlüğe girmemiştir.

DIŞ POLİTİKANIN TEMELİ:


Rasyonalizm, akılcılık ve ebedi çıkarlara dayanır.=LAİK düzende=
Uluslararası Ortam ve Dinamikler, Çıkarlarına göre Statükocu da olursun
Revizyonist(Kurtuluş Savaşı) de olursun.
**Savaş ve diplomasi dış politikanın ayrılmaz parçasıdır.

** Yunanistan daima büyük güçler adına Anadolu’da savaşmıştır.(Arka planda hep İngiltere
vardı.)
** Wilson İlkeleri, ABD o dönemde etkin güç olmadığı için daha çok kağıtta kalmıştır.
12.madde Self Determinasyon

** DIŞ POLİTİKADA, Realizm anlayışı vardır.


Batıya karşı savaşılmış fakat sisteminde içinde olmak amacı/bakış açısı vardır.
TÜRKİYE Kurtuluş Savaşı’nda Batıya karşı Batıyı kullanmıştır. Örnek ; batıya karşı
Sovyetleri kullanmıştır. Diplomatik yollar başarıyla kullanılmıştır.

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)


**Osmanlı bu antlaşmayla fiilen bitmiştir. Yetkisiz devlet durumuna düşmüştür.
Resmi anlamda bitişi 1 Kasım 1922’dir.
13 Kasım 1918 Müttefikler gemilerini boğaza demirledi, bu İstanbul’un fiilen işgalidir. Bu
ateşkes antlaşmasının hükümleri gereğince Osmanlı Devleti fiilen tarihe karışıyordu. Çünkü
bu bir ateşkes değil kayıtsız koşulsuz bir teslim belgesi idi.
Mondros > Sevr, Mudanya > Lozan bu şekilde sıralanır.

**Dış politikayı anlamak için Modernleşme sürecini iyi analiz etmek gerekir.

Mondros Ateşkes 7nci Madde: Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir
durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunması.
Mondros Ateşkes 24. Madde: Altı Ermeni ilinde (Vilâyetı sitte) karışıklık çıkarsa, Müttefikler
bu illerin herhangi bir bölümünü işgal etme hakkını ellerinde tutarlar.
**Ayrıca ordunun teslim olması ve müttefiklerin serbest ticaret yapma hakkı da önemlidir.

1918 Ekim’inden 1920 Ağustos’una kadar geçen süreyi iyi anlamak gerekir.

5
[Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920)]
--İngilizler, 15 Kasım 1918’de Musul’u işgal etti(silah bırakılmasından 15 gün sonra). İtalya,
Antalya ve Kuşadası’nı; Fransa da Adana, Urfa, Maraş, Antakya ve İskenderun’u 1919
ilkbaharında işgal ettiler. Ayrıca silah toplamak ve ulaşım sistemlerini denetlemek için
İngiltere İzmit, Eskişehir ve Samsun’a; Fransa Zonguldak’a; İtalya da Konya’ya birlik
yerleştirdi.
--ABD, İngiltere ve Fransa, 15 Mayıs 1919’da İzmir’i Yunanistan’a işgal ettirdiler.(İtalya’ya
bırakmamak için)
** Sevr Antlaşması bir dikte etme hareketidir. Müzakere edilmemiştir.

** Kurtuluş Savaşını Türk-yunan savaşı olarak görmek yanlıştır. Büyük güçlerin Ortadoğu’yu
koloni etme anlayışından en azından kendi ulusunu kurtarma savaşıdır.
Kurtuluş Savaşı, Sykes-Picot Anlaşması ve San Remo Konferansına karşı bir mücadeledir.

16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilmiştir. Çünkü Meclis-i Mebusan Misak-i Milli’yi
kabul etmişti. Bu yüzden bu meclis müttefikler tarafından dağıtılmıştır.
Bu karardan sonra Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Meclisin kurulması meşru olmuştur.
** 1918-1920 Kuvay-ı Milliye sürecidir. 1919 Eylül Sivas kongresi ve Büyük Meclisin
kurulmasıyla Müdafa-i Hukuk dönemine geçilmiştir.

** Sevr’in imzalanmasında temel mantık San Remo Konferansıdır.


Müttefikler, ilk barış antlaşmasını, başlıca düşmanları olan Almanya’yla Versailles’de 28
Haziran 1919 tarihinde imzaladılar. Son antlaşma Osmanlıyla yapılacaktır: Sevr Barış
Antlaşması.
** 1919 da yapılan Versailles antlaşması Almanya’nın teslimidir. Versailles Barış
Antlaşmasının uzantısı olarak Milletler Cemiyeti kuruldu. Yeni bir hukuki sistem kuruldu:
Manda Sistemi
24 Nisan 1920’de San Remo Konferansında (İtalya’da) Ortadoğu’daki bugünkü sorunu
oluşturan devletler oluştu. Büyük güçler kendi nüfuz bölgelerini yarattılar. Osmanlıyı Mayıs
1920’de Sevr’e davet ettiler. Sevr’i kabul edelim diye Yunanlıları kullandılar. Yunanlar da
harekete geçip Balıkesir, Bursa ve Uşak’ı işgal etti.

(Padişah Vahdettin ti) 10 Ağustos 1920 de Sevr Antlaşması imzalandı. Sevr ile beraber fiili
olan yetkisizlik resmiyet kazandı.
** Türk Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda Türklerin galibiyetiyle, bu antlaşma yerine 24
Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanıp, uygulamaya konduğundan Sevr Antlaşması
yürürlüğe girmemiştir.

İZMİR ve civarı: Burası Osmanlı’ya ait gözükmekle beraber, fiilen Yunanistan’a verilmişti
ve bu fiili durumun 5 yıl sonra hukukiye dönüşmesi için gerekli bütün hükümler de
getirilmişti. Bu bölgenin, İtalya yerine Yunanistan’a bırakılmasının nedeni; İtalyanların
özellikle Adriyatik’te İngiliz ve Fransız çıkarlarını zedelemeleri ve böyle önemli bir bölge de
daha zayıf bir ülke görmek istemelerinden dolayı İngiltere burayı Yunanistan’a bıraktı.

** Buraya kadar Sevr öncesi psikolojik durumu anlattık


** Sevr Antlaşmasını kabul etmeyi şimdiden taahhüt etmek, geleceği ipotek altına almaktır.

Doğu Trakya, Gökçeada ve Bozcaada Yunanistan’a verildi. 1947’de 12 ada Yunanistan’a


verildi.

6
BOĞAZLAR KOMİSYONU
Ayrı bir askeri koruması ve yönetimi vardı. Kontrol bunlardaydı. Siyasal bir varlıktır. Yerel
hükümetten tümüyle bağımsız bir varlıktı yani devlet içinde devlet konumundaydı.
Komisyon’da oylar eşit değildi. ABD (komisyona katılmak isterse), İngiltere, Fransa, İtalya,
Japonya ve Rusya (MC’ye üye olursa) 2’şer oya sahipti. Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve
Türkiye 1’er oya sahipti.

-- Anadolu’da Ermenistan’ın sınırlarını çizmeyi ABD Başkanı Wilson’un hakemliğine


bıraktılar.
--İstanbul’da Padişah’ın yetkisi ancak Dolmabahçe sarayı içindeydi.
-- sözde Kürdistan özerk bağımsızlığı ancak onların Batıyla olan ilişkilerine bağlıydı.

** Sevr’ın başarısızlığında Batı’da İzmir’in işgali ve Doğu’da ermeni tehcirlerinden verilen


malların geri alınmak istemesi önemlidir. Bu malların çoğu Kürtlere aitti.

** Sömürgeciliğin temeli parçala ve yönettir (Divide & Rule). Halkları böl, yönet, birbirine
düşür. Arka planda hep İngiltere olmasına rağmen kimse onlara düşman değildir. Hep
birilerini kullanmışlardır. Bölge insanlarının birbirine düşman olması başarılı olduklarının
kanıtıdır.

**Ermenistan’ın ideali: 3 büyük denize ulaşmaktır. Akdeniz-Karadeniz ve Hazar

AZINLIKLAR: Hep din üzerinden tasvir edilmiştir. 2 hak vardır:


Negatif (bütün yurttaşlara verilen) ve pozitif haklar (azınlıklara verilen ek haklar)

** Sevr kağıt üzerinde kalmıştır. Türkiye bunu kabul etmedi ve bu reddetmeyi askeri alanda
yaptı ve başarılı oldu. Savaş ve diplomasi politikanın 2 yüzüdür. Türkiye her savaş
başarısından sonra masaya davet edilmiştir. Savaşta politikanın bir uzantısıdır. Asker önemli
bir araçtır. Diplomatta, askerde devlet için görevlerini yapmaya çalışır.

Ingiltere ile ilişkiler.:


- Osmanlının stabil kalmasını istediği 40 yıl 1838 ile 1878 Balta limanı antlaşmasına kadar
olan süredir. Bu istek, Ingilizlerin kendi çıkarlarından dolayıdır. 1878 e gelindiğinde Osmanlı
bütünlüğünün korunmasının artık mümkün olmadığı anlaşıldığında, Ingilizler Ruslarla birlikte
bu dağılmakta olan imparatorluktan nasıl faydalanırız düşüncesine kapılıyor. (Doğu Sorunu).
- I. Dünya savaşının çıkmasının sebebi Ortadoğu coğrafyasıdır (Eski Os. Imp. toprakları)
- 13 Kasım 1918 müttefiklerin gemisi Istanbul’a geliyor (fiili işgal).
- 15 Kasım 1918 tarihinde İngiliz askerleri Musul'a asker çıkarıp işgal ettiler.

(Musul Sorunu, Osmanlı Devleti'ne bağlı Musul Vilayeti'nin toprak sorunudur.


I. Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı hakimiyetindeki Musul ve çevresi petrol varlığı
sebebiyle, İngiltere, Fransa, Almanya arasında rekabet konusu oldu. Bölge, 1916 tarihli
Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakılmıştı. Nisan 1920 San Remo Konferansında
Fransa, kendisini Orta Doğu'daki menfaatlerini desteklemesi sebebiyle, Musul bölgesini
İngiltere'ye terketti. İngiltere bölgedeki Hristiyanların güvenliği, İngiliz savaş esirlerine kötü
muamele edilmesi gibi sebepler ile Mondros Mütarekesinin 7. maddesine göre Musul'un
kendilerine terk edilmesini istediler. Musul'da yerleşik Osmanlı 6. Ordusu Komutanı Ali İhsan
Paşa şehri İngilizlere terk etmemek için istifa etti. Yerine Gelen Binbaşı Halit Akmansü
İstanbul'dan aldığı emri yerine getirerek Musul'u boşalttı. 15 Kasım 1918 tarihinde İngiliz
askerleri Musul'a asker çıkarıp işgal ettiler. )

7
- Ingilizler “böl ve yönet” politikasını çok iyi kullanıyorlar.
- Ingilizler Yunanistan’ı bir vekil güç olarak Türklere karşı kullandılar
- Ingilizler Ankara – Moskova ilişkilerinden endişe duydular (Türkler Sovyetlere evet
Komunizme hayır diyorlardı).
- 16 Mart 1920 Istanbulun işgalinin resmileşmesi  meclis kapatıldı, vekiller tutuklandı,
kaçabilenler Ankara’ya kaçtı. Burada toplanarak Ulusal Kurtuluş Mücadelesi başlatıldı ve
Istanbul’un resmi işgali Ankara Hükümetine meşruietini kazandırdı.
- 1. Inönü zaferi  batı tarafından Türkiyenin “düzenli orduya” sahip olduğu anlaşıldı.
- Şubat 1921 Londra Konferansı  Ankara ayrı bir heyet olarak çağrıldı.
- 1922 de İngilizler tek başına kaldı. İngilizler savaşı gereksiz yere uzattı, bunun için
Yunanlıları kullandı  İzmiri almak istiyorlardı.
- Haziran 1921 de ön barış antlaşması imzaladılar, Ekim 1921 de kalıcı barış antlaşması
imzalandı. Ankara antlaşması ile Fransızlar Anadoludan ayrıldılar.
* Italya  Ingilizlerin Anadoluda egemen olmaması için bazı durumlarda Türklere göz
yumdular.

Brest Litovsk Barış Antlaşması 3 Mart 1918 tarihinde Rusya ile Alman İmparatorluğu,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan arasında imzalanmış,
İttifak Devletleri'nin yenilmesi üzerine geçersiz kalmış bir barış antlaşmasıdır. Osmanlı
Devletinin en son toprak kazandığı antlaşmadır.
- Lenin  self –determination (secret pacts rejected)
- 27 Ekim 1917 Bolşevik Devrimi
- 30 Aralık 1920 SSCB’nin kurulması (iç savaşın bitmesi, beyazlara karşı zafer)
- Rusya Ankara’ya destek vererek Müslüman halkların kışkırtılması.
- 1870 lerde İngilizler ile Osmanlının paylaşılması için işbirliği yaptı (doğu sorunu)
NOT ; Uluslar arası ilişkilerde temel factör ÇIKARLARDIR.

* Sovyetler Birliği  Milli mücadele yıllarında, paraya, silaha, İngilizlere karşı güce ihtiyaç
vardı.
- SSCB güney cephesini sağlama alıyordu. Bolşevik ihtilalinden sonra iç savaşlar 5 yıl sürdü
(beyazlar vs kırmızılar)
- Türk dış politikasında SSCBden yardım alabilmek gibi bir istek vardı. SSCB nin Ankara’ya
verdiği destek çok önemliydi.
- Haziran 1920 de ilk diplomatik ilişki SSCB ile kuruldu.
- Brest Litovsk süresinde Kars, Ardahan ve Batum’un Osmanlıya bırakılması istendi.
- Moskova ile Ermeniler arasında yapılan ittifak Türk’leri kızdırdı
* I. TBMM Heyeti
II. TBMM Heyeti
- 1921 Moskova antlaşması  Batum için taviz vermek zorunda kaldık. Nahcivan
Bölgesinde Türkiye garantör ülke olarak Moskova antlaşmasında belirlendi.
- Türkiye Çarlık Rusya dönemindeki borçlardan kurtuluyor.- Doğu sınırlarının Kafkasya
cumhuriyetlerine kabul ettirme.

* Boğazlar Sorunu
** Birleşik Krallık için Hünkar İskelesi Antlaşmasının yerini alacak başka bir anlaşmanın
yapılması şart oldu ve bu fırsat tekrar Mısır’da Mehmet Ali Paşa ’nın isyanı ile ortaya çıktı.
Fakat bu kez ayaklanmanın bastırılmasında Osmanlı’lara yardım eden Avrupa güçleri oldu ve
1840 Londra Anlaşması imzalandı. Türk Boğazları açısından, bu anlaşmadan daha önemlisi
13 Temmuz 1841’de Fransa’nın da katılımıyla imzalanan “Boğazlar Sözleşmesi”dir. Bu

8
sözleşme ile ilk kez Türk Boğazları çok taraflı bir anlaşma ile düzenlenmiş ve artık ikili
sözleşmeler devri kapanmıştır
Bu sözleşmeye göre;
♦ Boğazlar osmanlı egemenliğinde kalacak.
♦ Boğazlar şavaş zamanında bütün devletlerin şavaş gemilerine kapalı, ticaret gemilerine açık
olacaktır.
- Boğazlar Sözleşmesi ; Boğazlar özel bir komisyon (İngilizlerin kontrolünde) tarafından
yönetilecek
- Lozan Boğazlar Sözleşmesi ; Boğazlar komisyonu kaldırıldı. Türk temsilcisi 2’ye çıkartıldı.
- Montro Boğazlar Sözleşmesi 1936 ;
* Rusya Montro’nün en iyi savunucularındandır.
* Türk Sovyet ilişkileri  Türkiyenin bir çok ihtiyacı SSCB tarafından sağlanmıştır. Bu ilişki
Cumhuriyet döneminde de devam etti.

* Yunanistan ile İlişkiler  Iyonya, Antik Yunan, Bizans İmparatorluğu ve bu günkü


Yunanistan hepsi birbirinden farklıdır.
- 1821 Ayaklanması ile kuruldu, Ayaklanma Mora Yarım Adasında başladı. Ingilizler,
Fransızlar ve Ruslar destekledi (Mezhepsel yakınlıktan dolayı destek verdiler).
* Yunanistanın gelişimi hep Osmanlının aleyhine oldu. Yunanı her zaman Batı destekledi. Bu
yüzden Türk – Yunan arasındaki problemler Uluslar arası Problem olarak algılandı.
- Yunanıstan nın durumu Batının politikası sonucu oluşuyor, Yunanistan Batının sistemine
aykırı olmadı. Yunanistan’nın yaratılması Policy of Attraction dir.
- Ingilizlerin en önemli kaygısı İtalya’dır (Doğu sorunu) . Egeyi İtalyanlarla paylaşmak
istemedi
- İngilizler 1921 sonucunu öngörebildikleri halde, en azından İzmiri alırım diye Yunanistanı 1
yıl daha kullandı.
* Ortadoğu ile ilişkiler  İngilizlerin 1870 den beri Ruslarla birlikte yarattığı Doğu Sorunu
vardır. (Osmanlının Paylaşılması).
- Türkiye Batı ya karşı bir mücadele verdi, fakat batı tarzı bir sistem kurdu.
- Mondros Mütarekesiyle birlikte Osmanlının Ortadoğuda toprakları kalmamıştır.
* Musul Konusu ; 1920 Ankara antlaşması ile kaybedildi. İngilizlerin Fransızlara karşı bir
oyunu olarak algılanabilir.
* Sykes-Picot Antlaşması
1. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut'ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz
kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs
1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta Doğu topraklarının
paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.
* Arablar kimliklerini Sr. Lauarence ile buldu.  Bir çok Arab aşiretleri İngilizlerle birlik
olup I. dünya savaşında Osmanlıya karşı savaştı. Daha sonra Arablar bir takım mandalara
ayrıldılar 1920 San-remo Konferansı.

San Remo Konferansı, I. Dünya Savaşından sonra, 18-26 Nisan 1920'de, Osmanlı
topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Antlaşması'nın şartlarını
hazırlamak için, İtalya'nın San Remo şehrinde toplanan milletlerarası konferans idi.
İngiltere başbakanı Lloyd George, Fransa başbakanı Alexandre Millerand, İtalya başbakanı
Francesco Nitti ile Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta I.
Dünya Savaşı'ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti topraklarının ve Ortadoğu
petrollerinin paylaşılması görüşüldü ve Sevr (Sévres) Antlaşmasının son biçimi tespit edildi.
Mareşal Ferdinand Foch başkanlığında 19 Nisan günü toplanan askeri komitenin görüşlerini
alan konsey barış şartlarını belirlemek için çalışmaya başladı. Konferansta Kürt meselesi,

9
boğazlar ve Osmanlı'nın borçları görüşüldü. Osmanlı borçları için konferansa katılan devletler
bir komisyon kurdu. Konferans sırasında hiçbir Türk yetkiliye söz verilmedi. Osmanlı
Heyeti'nden Galip Kemali bey bir muhtıra vererek İzmir, Adana, Erzurum, Trabzon
bölgelerinde Müslüman Türk'ün çoğunlukta olduğunu hatırlatıp kararlar alınırken göz önünde
bulundurulması gerektiğini bildirdi. ABD Başkanı Wilson konferansta alınacak kararların adil
olması gerektiği üzerinde durdu. Ancak Lloyd George kesinleştirilen kararların gerekirse zorla
kabul ettireleceğini söyledi. Yunan Devlet Başkanı Venizelos Anadolu' nun işgali için daha
sert olunması gerektiğini belirtti ancak öncelikli meseleler nedeniyle bu fikir şimdilik kabul
edilmedi.
Konferansta ayrıca İngiltere ile Fransa arasında bir petrol anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla
Musul'un İngiltere'nin Irak manda bölgesine dahil edilmesi, Fransa'ya Irak petrollerinden %
25 hisse verilmesi ve petrol taşıma kolaylıkları tanınması sağlandı.
Almanya ile Fransa arasındaki meselelerin de ele alındığı konferansta Almanya ordusunun
büyütülmemesi gerektiği kararlaştırıldı.
San-Remo Konferansında, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap
toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, bağımsız bir Ermenistan'la özerk bir
Kürdistan'ın kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca Osmanlı Devletinin eski Suriye topraklarında iki
A tipi manda teşkil edilerek Suriye ve Lübnan'ın Fransa, Filistin'in ise İngiltere'nin idaresine
bırakılması Irak topraklarının da İngiltere'nin mandasına girmesi kararlaştırıldı. Teşkil edilen
A tipi manda idaresi, söz konusu ülkelerin bağımsız sayılmasını, kendini idare edebilecek
siyasi olgunluğa erişinceye kadar manda otoritesi altında kalmasını öngörüyordu. Ayrıca İzmir
ve Trakya Yunanistan' a bırakılacak, Adana ile Antalya ve gerisindeki topraklar ise İtalya ve
Fransa' nın etkin olacağı bölge olarak tayin edildi.
Boğazlar için yönetim işlerini takip edecek ve güvenliği sağlayacak iki komiyon kuruldu.
Boğazlar her zaman ticari ve savaş gemilerine açık tutulacaktı.

* Balfor Deklarasyonu ile İsrael devletinin kurulacağı ilan edildi .


- Filistinin ilk bölünmesi 1920 yılında oldu.
- Ürdün mandası oluşturuldu.
- Suriye mandası ; Sancak, Halep, Laskiye sancaklarının birleşmesi ile İngilizler Suriye
mandasını oluşturdu.
- Lübnanın oluşturulması
(Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak)
- Türkiye – Irak sınırı 1926 da oluşturuldu (Musul sorunu ile)

Ortadoğuda şunları unutmayalım


1- Filistin boyutu ile olan, Balfur declerasyonu
2- Irak ile ilgili, kes yapıştır yöntemi ile Irak yapıldı.
- Suriye mandası ; Sancak, Lübnan, Halep, Şam, Laskiye bölgeleri önemli.

* Mudanya Ateşkesi 1922  İzmir kurtarıldıktan sonra Türkler yukarıya doğru ;


Çanakkale’ye doğru yürüdü.
- Mudanya Mütarekesinin temeli  Doğu Trakya sorunu  Burası Yunanın elindeydi ve
Türkler burayı geri istiyorlardı. Bu sorunu çözmek için Müttefikler bu bölgeyi işgal edecek ve
bir ay sonrada Türklere bırakılacak
Not ; İstanbulun Kurtuluşu 6 Ekim 1923 (Lozan 24 Temmuz 1923)
* Musul konusu Kalıcı Barış antlaşmasına ertelendi.
* Azınlıklar “ “ “ “ “ .
- Enbüyük kazanın Doğu Trakyadır.
** En önemliside, Türkler kazanan bir taraf olarak Siyasal varlığını ortaya koydu.

10
- İstanbul işgali ile birlikte Meclisin dağıtılması, Ankarada bir Meclis oluşturuldu.
- Londra Konferansına, Ankara İstanbul ile birlikte çağrıldı ve tanınmak için gittiler.
- Mudanya savaşıyla birlikte ise Düzenli bir orduya sahip oldukları anlaşıldı.

** Lozan Barış Antlaşması ; Bu antlaşmaya giden komisyonun elinde bulunan talimat.


1) Ermeni Yurdu kesinlikle söz konu olamaz.
2) Irak sınırı tartışılabilir.
3) Suriye sınırı tartışılabilir.
4) Adalar sorunu, kıyıya yakın olanlar istenecek.
5) Batı Trakya sorunu tartışılabilir.
6) Boğazlar konusu, yabancı kuvvet asla kabul edilemez.
7) * Kapitilasyonlar asla kabul edilemez.
8) * Ermeni Devleti asla kabuledilemez.
9) Osmanlının borçları, Türkiye kendine düşen borcu 1954 e kadar ödedi.
10) Ordu ve donanmaya kesinlikle sınırlama yapılamaz
- bu görüşmeler iki dönem içerisinde yapılıyor.
-- 1. bölüm ; 21 Kasım 1922 ile 4 Şubat 1923
-- 2. bölüm ; 23 Nisan 1923 ile 24 Temmuz 1923

* İzmirde bir İktisat Kongresi toplandı ; Türkler kapitalist sistemde kalacağı sözünü verdi.
- Lozanda üç temel dökuman.
-- 1) Barış Antlaşması, 2) Bildiriler, 3) Mektuplar.
-- Lozanda 18 belge var; barış antlaşması, nüfus mübadelesi ve boğazlar sorunu öne
çıkıyor.
 1,5 Milyon Anadolu’lu Rum Yunanistan’a gönderildi  400 bin Türk geldi. Gidenlerin
çoğunluğu tüccardı. Yunanıstan’ın ekonomisini yükseltti.
 Patrikhane konusu ; Türkiye Lozanda, Patrikhanenin Türkiyeden çıkartılması için
mücadele etti fakat başaramadı.
* Azınlıklar Konusu din farklılıklarına göre belirlendi. (Ermeni, Rum, Yahudi). Sonraları eşit
yurttaşlık kavramı geldi
-- Varlık Vergisi 1947 talihsizlik sonucu kabul edildi (Toplum 3 e bölündü ( G, M, D ))
* Lozanda 4 temel özellik (24 Temmuz 1923)
1) Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş belgesidir.
2) Lozan bir eşitlik belgesidir.
3) İktisadi anlamda bir bağımsızlık belgesidir.
4) Siyasi bağımsızlık belgesidir.
-- Lozandan sonra Türkiye bir statükocu ülke olmuştur.
-- Boğazlar sorununu ve Hatay sorununu çözmüştür.

LOZAN’IN INCELENMESI
- Batının en büyük kaygısı, Türkiye’nin Komunizme kaymasıdır.
* Irak sınırı belirlenemedi, 1936 yılına kaldı. (Musul sorunundan dolayı)
* Suriye sınırı ; Musul’a ve Hatay’a bitişik sınırı hariç Suriye – Türkiye sınırı belirlendi.
* Kapitulasyonlar ; Osmanlının en güçlü olduğu zaman verilen tavizlerdir. Fransayı yanına
çekebilmek için böyle davranmıştır. Osmanlı Emperyalist değildi, çünkü kapitalist değildi.
Kapitulasyonlar 1828 de İngilizlerle yapılan Baltalimanı Antlaşması ile resmiyet kazandı.
* Azınlıklar Konusu ; Azınlıklar dine, bazen dile, bazende soya göre belirlendi.
Cumhuriyetin temel korkusu, Osmanlıda olduğu gibi azınlıklar dolayısıyla batının iç işlerine
karışabileceğini düşünerek 1926 da Medeni Hukuku kabul etti ve azınlıkları kaldırıp eşit
vatandaşlık kavramını getirdi.

11
* Negatif Haklar bütün yurttaşlara tanınan eşit haklardır.
* Positif Haklar, azınlık olmaktan kaynaklanan mağduriyeti ektra haklar vererek dengelemek
için verilen haklardı. (Azınlıklara, okul yapma, kendi dilini konuşma, ibadethane kurma gibi.)
- 1974 Azınlık vakıfları, yabancı vakıfları olarak tanımlandı.
- İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri, mübadele dışında bırakıldı.
- 1964 de bir kararname ile Türkiyede yurttaş olmayan Rumların bölgeden çıkmaları istendi.
- Mali hükümler.
- Lozan Boğazlar Sözleşmesi. (SINAV SORUSU OLABILIR)
- Lozan – Serv Farkları.; ??????????????????????????????????????

1923-1939  Göreceli Özerklik -1


- Siyasi merkez hala Avrupa.
- Osmanlının parçalandığı dönemde Ortadoğuda iki önemli güç İngiltere ve Fransa var.
Versay Antlaşması ; Almanyayı ağır ekonomik tazminatlar ödemeye mecbur etti, bölgede
hiper enflasyon oluştu, bu ağır koşullar bir başka dünya savaşına sebebiyet vermiştir. Zamanın
yanlış politikalarıda katkı sağladı (apeacement policy).
- 1922 de İtalya’da Mussolini, 1933 de Almanyada Hitler yönetimi ele geçiriyorlar.
- İngiltere ve Fransa statükocu ülkelerdir, Italya ve Almanya revizyonist ülkelerdir.
- Bölgede statükocular, revizyonistler ve Sovyetler var, yani tek bir güç yok. 
Böyle bir ortamda Türkiye’nin durumu veya Posisyonu.  Çıkar çatışmalarından
faydalanarak çıkarlar elde etmektir. Ör; Montro Antlaşmasıdır.
* Türkiye’nin Alman tehdidinden ziyade Italyan tehditi vardı.
- Türkiye’nin bir başka kazanımı 1939 da Hatay’ın kazanımı.
- Ingiliz’ler, Italyan tehdidine karşı Türkiye’yi elde tutmaya çalışıyor.  Hatayı alıyoruz ama
Musul İngilizlere kalıyor.
- 1923 de Cumhuriyet kuruldu, 1924 de Hilafet kaldırıldı.
- 1930 larda çok partili sisteme geçme çalışmaları Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu, bazı
bölgelerde isyanlar çıkma tehlikesi çok partili sisteme geçişi erteletti.
- 1930 lardan sonra ekonomik bunalımlardan dolayı Avrupada daha çok otoriter ve totaliter
rejimler güç kazandı.
- Geç Modernleşmiş cumhuriyetlerin, veya demokrasilerin kalkına bilmesi için ekonominin
başlarda devlet eliyle yapılandırılması gerklidir.
- 1930 ve 1960 lı yıllar Türkiye’nin sanayi anlamında kalkınmada atak yaptığı yıllardır.
* Tek parti var ve içinde rekabet var. İsmet Paşa ve Celal Bayar, Devlet vesayetinde bir parti
var. Devlet valisini seçiyor, seçilen vali otokatik olarak CHP il başkanı oluyor.
* Balkan Paktı  II. Dünya savaşı ihtimali Türkiyeyi bir takım arayışlara itiyor.
* Sadabat Paktı 
* Türkiye için, bu üç odak arasında göreli bir özerklik oluşuyor. O dönem dünyada tam bir
düzen yok. Türkiye bundan faydalandı.
* Türkiye statükocu cephe ve Sovyetler birliği lehine tavır koymuştur.

* İNGİLTERE İLE OLAN İLİŞKİLER


- Lozan Sonrası Gelişmeler  En önemli sorun Musul sorunu, 1923 de Lozan ile
çözülemedi. Türkler bu sorunun bir milletlerarası komisyona havale edilmesini kabul etti.
(Miletler cemiyeti üyesi olmadıkları halde).
- Petrol kaynakları yüzünden Musulu Turkiye’ye bırakmak istemiyor.
- İngilizlerin Kürt ve Ermeni devleti politikaları var ; 19yy son çeyreğinde İngilizler Ruslarla
bazı temasları oluyor, Kürt ve Ermeni devletinin kurulması konusunda (Nation building
process) (Doğu Sorunu)
* Batının politikaları, liderler değişsede ideolojileri takip ediliyor.

12
- Türkiye Kürt sorununu çözmek için referandum istiyor, İngilizler bu referandumu
reddediyor. Bu dönemde Kürtler 4 parça halinde idi, bu İngilizlerin politikalarına uyuyordu,
çünkü Arapların arasında, Arap olmayan milletlerin olması onların işine geliyordu.
- 1925 de ki Şeh Sayid isyanı, İngilizler tarafından siyasi araç olarak kullanılıyor; Türkler
daha kendi buyrukları altındaki Kürtleri yönetemiyor, nasıl Musul’a hakim olacak. O tarihte
Musul karışık bir etnicitiye sahip, Araplar, Türkmenler ve Kürtler var. Asıl unsur Kürtler 1923
de kabul edildi. Olası bölünmede devlet statüsünde olacak Kürtlerdir.
- Bölge haritalarının oluşumu 1920 Lozan ve 1926 Ankara antlaşmasında gündeme geldi.
- 1926 dan sonra Türk-İngiliz ilişkileri altın çağını yaşadı.

* Dünyadaki Dengelerin Uluslar arası Zemindeki Değişimleri ;


- 1930 Türk Yunan ilişkileri altın çağını yaşıyor.
- Italya’nın Akdenizde tehdit haline gelmesi ile TR-Yunan ilişkileri iyileşti, hatta aralarında
bir gümrük birliği dahi oluştu.
- 30 yıllardan sonra yeni bir cephe oluştu. Versay’ı kabul etmeyen Almanya, İtalya ile birlikte
“revizyonist” bir oluşum içinde oldu.
- Türkiye-İngiltere ilişkisinin somut sonucu olarak, Türkiye 1932 de Milletler Birliğine dahil
oldu.
- 1936 da Akdenizde ittifak arayışına girdik.
* 1939 Türkiye, İngiltere, Fransa üçlü bir antlaşma yaptı. (savaşta ortaya konmadı)
- İtalya Arnavutluğu işgal etti.
- Ağustos 1939 Almanların ve Rusların antlaşması, bu üçlü ittifakı bozdu.
- Türklerin Polanya sendromu.
* Fransa ile Olan İlişkiler ;
- Kapitulasyonlar ve Osmanlı Borçları ; borçlar 1954 e kadar ödendi (kendi üzerine düşen
kısmı).
- Aralarındaki en önemli konu Sancak konusu (Hatay).
1) 1921 de Fransa ile imzalanam ön barış antlaşmasında Sancak bölgesinin özerkliği
hakkında kalıcı imtiyazlar elde edildi.
-- (Halep, Şam, Laskiye, Lübnan bölgesi ve Sancak bölgesi)
2) 1926 da Türk-Fransız sözleşmesinde Sancak bölgesinin konumu korundu.
3) Suriye anayasasına, Sancak ayrı bir bölge gibi maddeler konuluyor.
4)
* 1936 da komisyona İsveçli temsilci Sandler’i raportör tayin etmiştir.
- Bu rapora göre, Sancak bölgesinin ayrı bir bölge olarak, dilinin Türkçe olması, Sancak
bölgesinin, Türkiyenin İskenderun limanından faydalanması gibi ifadelerle Sancak bölgesi
ayrı bir siyasal varlık olarak kabul edildi
- 1837 Sancak ayrı bir siyasal varlık olduğu belgelendi.
5) İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı.
-- Sancak Anayasası / Sancak Statüsü / Sancak’ın İskenderun limanını kullanması.
- Temmuz 1938 de Fransa ile Türkiye’nin bir antlaşması var.
* 4 Temmuz 1938 de Türkiye Sancak bölgesine girdi. 1939 da Sancak bölgesi Hatay adını
alarak Türkiye’ye katıldı. (Akdenizdeki koşullardan dolayı İngilizlerin Türkiye’yi kazanma
politikası sonucu olarak Hatay Türkiye’ye kaldı).
* İtalya ile İlişkiler ;
- Yayılma politikaları, Balkanlar ve Doğu Akdeniz bölgeleri olarak görülüyor. Arnavutluğun
işgal edilmesi ve Yugoslavya’nın kuşatılması ayrıca İtalyanın Yunan’a yaklaşmış olması
önemli.

13
- İtalyanlar 1936 da İspanya’daki Franko idaresine denizden desteklediler, Almanlarda
havadan destek verdi. İtalyanlar Batı Akdenizde kendi çıkarları doğrultusunda bir güvenlik
duvarı oluşturdular.
- Ayni zamanda İtalyan tehditi Türklere Montrode ve Hatayda kazanımlar sağladı.
* Almanya ile İlişkiler ;
- Versay Antlaşması II. Dünya savaşının asıl sebebidir. 1926 da Milletler cemiyetine girdi.
- Almanyanın Milletler Cemiyetinden çıkması, Tazminatları reddetmesi, Silahsızlanmayı
reddetmesi – dünya barışını bozan haraketlerdir.
Hitler Totaliter bir devlet rejim ortaya koydu. Naziler Türkleri yanına çekmeye çalıştı (siyasi
yoldan). Mayıs 1939 da Almanlar ve İtalyanlar arasındaki antlaşma ve Nazilerin Ruslarla
antlaşması Türkiye’nin denge politikasını bozdu.
* TR Batıda Almanya, Doğuda Sovyetler tarafından işgal edilip ortadan kalkma sendromu
yaşadı (Polanya Sendromu).
* 2. Dünya Savaşı öncesi 3 Blok var
- İngiliz – Fransız = Statükocu = Temel amaç; Ortadoğudaki sömürge alanlarını korumak.
- İtalya – Almanya = Revizyonist = Versay antlaşmasını değiştirmek istiyor. (sonradan
Japonya bu gruba dahil oluyor.)
- Sovyetler Birliği = henüz kominizmi yayacak gücü yok.
* LONs dünyada dizayn kurabilmesi konusunda önemli sıkıntılar gündeme geldi.
- Dönemin en etkin gücü İngilizler.
- Musul konusunda, İngiltere Cemiyette güçlü olduğu için TR daha fazla direnemedi.
- LoN a TR 1932, Rusya 1934 de girdi
* Almanya ve Italya bu düzeni kabul etmiyordu.
- Dünyadaki güç odaklarının parçalanması yani siyasetin dağılması dünya dengelerini bozdu
ve savaşa neden olan sebebe yol açtı.
* Temel Neden = Versay Barışı  Kaybeden adına ağır hükümler içeren antlaşmalar elbette
bir şekilde bozulacaktır.
* Sovyetler Birliği
- Kurtuluş savaşı sırasında önemli stratejik ortaklıklar ortaya kondu.
- 1923 den 1936 ya kadar geçen sürede altın çağ yaşadık.
- 1925 yılında Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması.
 daha önce yapılan antlaşmalar bu anlaşma ile de tanındı
 geleceğe etkisi : II.Dünya savaşının sonunda Sovyetlerin antlaşmayı uzatmaması TR nin
Batı Bloğuna yaklaşmasına neden oldu.
- 1927 Ticaret Antlaşması : Bu çerçevede ticari temsilcilikler açtılar. (Diplomatik ilişkiler
dışında).
- 1929 Dostluk ve Tarafsızlık Protokolü : 2 yıl uzatıldı. Taraflardan birisi savaşa girerse
diğerinin tarafsız kalacağı.
- 1930 lu yıllarda ilişkilerde denge ve işbirliği politikaları izledik.
- 1926 dan sonra İngilizlerle yumuşama ve yakınlaşma yaşadık. (1930 Ekim’indeki 3 lü ittifak
antlaşmasına kadar gelişti.
* İsmet Paşa Moskova’yı ziyaret etti 1932.
 Kültürel işbirliği artırıldı, Uluslar arası işbirliği artırıldı.
 Farklı politik rejimlerin işbirliğine engel olmaması istendi. (Bir ülke ile ikili ilişkilerde
bulunmak onun sistemini benimsemek anlamına gelmez.
- Sovyetler TRye faizsiz kredi verdi 20 yıl içinde tarımla ödemek kaydıyla.
- Türkiye, Sovyetleri LoN a üye olmak için ikna etti. Yalnız kalmamak ve sisteme aykırı
olmasın diye üye olmasını istedi.
 İlk Planlı Kalkınma deneyimimizdir. TR nin sanayileşmesi ile ilgili uzmanlar geldi.
İktisadi yatırımlara ihtiyaç vardı ve bunun planlaması gerekiyordu. Devlet eliyle kamu

14
iktisadi işletmeleri kurduk. Çimento fabrikaları, Kağıt fabrikası, Uçak, Şeker ve Demir Çelik
Fabrikaları. Burjuvazi bu zemin üzerinde yükseldi.
- Cenevre Konferansında, silahsızlanmada TR, Sovyetlere destek verdi.
- 1936 Montrö ile ilişkiler bozulmaya başladı  Boğazlar Komisyonu kaldırıldı,
Silahsızlanma ile ilgili maddeler kaldırıldı. TR, Montröde İngilizlerle haraket etti ve bu
Sovyetleri rahatsız etti, çünkü Sovyetler önemli imtiyazlar istiyordu.
** Saraçoğlu Misyonu ; Dönemin Dış İşleri Bakanı  1939 da Ş. Saraçoğlu Moskova’ya
gittiğinde bir antlaşma imzalayacaktı, çünkü TR nin amacı kalıcı barış antlaşması istemekti.
Sovyetler, Montrö’yü revize edelim dedi, TR bunu kabul etmediği için antlaşma
imzalanmadan dönüldü.
 Montrö’yle bizim yumuşak karnımız olan Boğazlar sorunu ortadan kalktı.
 Çanakkale açıklarında 1937 de 2 geminin batırılması (Cumhuriyetçi İspanya’nın gemisi)
TR – Sovyet ilişkilerinin gerilemesini artırdı.
 İtalya ile savaşa girmemek için Sovyetlerle anlaşamadık.
* TR – İng – Frz yakınlaşması Sovyetleri rahatsız etti. İngiltere ile Hatay konusunda
anlaşmasıda Sovyetleri rahatsız etti.

* Iran ile İlişkiler (1920-1930 lu yıllar)


- Rızahan, Atatürk devrimini örnek alarak bir cumhuriyet kurmak istiyor, fakat Mollalardan
tepki gelince Monarşik bir sistem kuruyor.
Not ; Rızahan, Türkiye’ye gelip bir ay kalarak Türk modelini inceliyor.
- 1930 larda Iran ile bir sınır sorunu var, Kürt aşiretlerinin isyanları ve sınırda kaçakçılık
faaliyetleri var. Türkiye iran kontrolünde olan Küçük Ağrı’yı ele geçiriyor ve karşılığında
Van’da bir miktar arazi veriyor 1932.

* Sadabat Paktı; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937'de Tahran'da
Sadabad Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktı.
- Bu pakt İngiltere ve SSCB nin de rızası alınarak inşa edilmiştir.
- Sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi**: Pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır
sorunu bulunmaktaydı. Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran
üçgeninde Kürt aşiretleri sınır tanımayan isyanlar yapmaktaydı. Bu paktın imzalanmasının en
önemli nedenidir.
- Ülkelerin bağımsızlıklarını vurgulama istekleri: Sömürge ve yarı sömürge dönemlerinden
kısa süre önce kurtulabilen bu devletlerin bağımsızlıklarının vurgulanması son derece
önemliydi. İlk defa bu amaçla, 2 Ekim 1935'te Cenevre'de Türkiye, İran ve Afganistan
arasında üçlü bir antlaşma parafe edildi. Buna daha sonraları Irak da katıldı. Daha sonra Irak-
İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şattülarap uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında
dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dahil her alanı düzenleyen antlaşmaların akti, 8 Temmuz
1937 tarihli Sadabad Paktı'nın imzalanmasına imkân vermiştir.
- Bu paktın varlığı resmen 1979 da sona erdi.
- Türkiye bu tarz çalışmalarla bir tür tebbir almaya çalışıyor, mutemel yaklaşmakta olan
dünya savaşından korunmak için.
- Birde Morto Boğazlar Sözleşmesi  Serv’de boğazlar için komisyon vardı, silahsızlanma
vardı, komisyon başkanı Türk’tü ve yetkileri yoktu. Saros Körfezinden, Edremit Körfezine –
Doğu Trakyadan Güney Marmaraya kadar olan bölge boğazlar bölgesi olarak kabul edildi.
Buradaki silahsızlanma TR açısından zafiyet sayılıyordu. Lozan Antlaşması ile şartlar
değişmeye başladı. Bu değişim bölgede İtalya tehditinin olası ile oldu. Bölgede askeri
anlamda bir güç olmadığı için TR nin savunma kapasitesi sıfırdı. Bunun temelden değişmesi
lazımdı.

15
- Koşulların değişmesi ile İngilizler ve Sovyetler masaya oturdu 1936 Montrö Sözleşmesi
yapıldı. ; Barış ve savaş zamanı savaş gemilerinin geçişi engellendi. (şayet düşman gemisi ise)
* Rebus sic stantibus  "Koşullar değiştiği takdirde" anlamına gelen uluslararası hukuk
ilkesidir.
Ör: Türkiye, 1923 yılında imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin günün şartlarına
uymadığı gerekçesiyle 1936 yılında boğazlar için yeni bir rejim saptanmasını teminen yeni bir
uluslararası konferans çağrısı yapmıştır. Bu talep üzerine gerçekleştirilen Montrö Boğazlar
Sözleşmesi uluslararası hukuk açısından rebus sic stantibus ilkesine dayandırılmıştır.

Not : Sadabat, Balkan Paktı ve Montrö Sözleşmesi dahil bütün bunlar yaklaşan dünya
savaşının etkilerinden korunmak içindir.
- Türkiyenin Amaçları;
1) İşgale uğramamak
2) Savaşa girmemek
- Türkiyenin Öngöremedikleri ;
1) Savaş öncesi Nazi – Sovyet Paktı
2) Fransa’nın erken yenilmesi (1940 da Almanlar Paris’e girdi) – (Batı cephesinde mücadele
uzun sürer düşüncemiz vardı)
* Nazi - Sovyet Paktı ve Fransa’nın çabuk yenilmesi Türkiye’nin öngöremediği durumlardır.
( Polonya Sendromu  Batıdan Almanlar, Doğudan Sovyetler Polonya’ya girmişti, ayni
durumun Türkiye için gerçekleşebileceği endişesi) Almanları, Sovyetlere saldırmasıyla bu
endişe son buldu.
* 1940 larda Tarımsal ürünlerin kıtlığı sorunu  Türkiye’nin tarım ürünlerine el koyması ile
sonuçlanmıştır (1942 deki varlık vergisi fiilen Müslüman olmayanlardan alınmıştır).

* Temel Taktikler = 2. Dünya savaşı öncesi 3 lü İttifak (TR, İng, Fransa), bu ittifak
Akdenizde bir tehlike haline gelen İtalya’ya karşı yapıldı. Bu 3 lü ittifak ileri sürülerek zaman
zaman savaşa girmemiz istendi.
- Sovyetler, Balkanlarda 2 cephe istediği için bizle soğuk ilişkiler içinde yer almıştır.
* TR’nin sürekli düşündüğü savaşlarda bir grubu seçerse, diğer kuvvetler tarafından işgal
edilme korkusu vardı. Almanya bize Adaları ve Batı Trakya’yı teklif etti, kabul etmedik.
- Son ana kadar Almanya’yla aramızı bozmak istemedik. Almanlara 1944 e kadar Krom satışı
yaptık. Savaş sonlarına doğru Müttefik baskısı (ABD, İng) bize bu satışları durdurttu ve
Montrö’ye rağmen Almanya’nın gemilerini denetledik. Bizim Almanya ile ticari
antlaşmalarımız, sözleşmelerimiz vardı.
- Numan Menemenci  biz Almanya tarafından işgal edilip Sovyetler tarafından kurtarılmak
istemiyoruz. Müttefik ülkeler bu görüşe pek yakın davranmadılar.
- Aktif Tarafsızlık politikaları izledik. Savaş sonlarına doğru bizde kazanan tarafa doğru tutum
takındık.
NOT : Savaş öncesinde  Sovyetler (1928 – 1929), Afgan (1928), İtalya (1928), İran (1932),
Balkan (1934), Sadabat (1937), Üçlü İttifak (1939) Bütün bunlar savaşa dahil olmama,
savaşan taraf olmamak gibi bir siyasi tutum içindeydik.
* Savaşın Temel Nedenleri : Versay Barış Antlaşması, (bize imzalatılan Serv gibi)
Almanya’ya ağır tazminatlar 30 lu yıllarda ekonomik krizi getirdi. Ekonomik ve Sosyal
çöküntü, Nasyonel Sosyalizmi getirdi ve Komünistler. İkiside mevcut demokratik yapıyı
devam ettirmek istemediler. Demokrasi, demokratik yollarla infaz edilmiştir. Beyaz Yakalı
işsizliği ve yoksul işsizler birleşince muazzam bir belirsizlik ve yarını görememe kaygısı
vardı. Böyle büyük başarısızlıklarda toplumlar günah keçisi ararlar ve Hitler bunu Yahudiler
olarak belirlemiştir. Kapitalizm, Komunizim ikiside Yahudi icadıdır. Bürokrasi, siyasette
toplumda Yahudiden arınmış Stalin bir toplum yaratmak amacı vardı.

16
 Savaşı kazanmak öteki tarafın yok edilmesi anlamına gelmez. Versay’da Alsas-loren, Sahr
Bölgesi Fransa’ya verildi. Silezya ve Batı Prusya, Polonya’ya verildi. Danzik bölgesi
Milletler Cemiyeti’nin himayesine bırakıldı. Avusturya – Çekoslovakya’yı tanıdı. Almanyada
zorunlu askerlik kaldırıldı, 100 bin kişilik orduya izin verildi, Uçak ve Denizaltı yapması
engellendi. Ayrıca ağır savaş tazminatları yüklendi.
 Almanya 1939 – 1941 yılları arasında Sovyetleri oyaladı. Sovyetleri güneyden çevreledi.
TR nin tarafsızlığı işine geldi.
 ABD nin İzalasyon Politikası ; Eğer ABD dünya politikasına mudahale etmezse dünya
böyle karışır, düzen olmaz diyorlardı.
 Pearl Harbor Saldırısı (7 Aralık 1941) Japonya İmparatorluğu’nun başta ABD, İngiltere,
Hollanda ve Çin’in siyasal ve ekonomik ablukasını kırmak, kendilerine yer açmak ve zaman
kazanmak amacıyla ABD’nin Pasifik donanmasını yok etmek için planladıkları saldırıdır.
Operasyon ile olası ABD saldırısını önlemek te amaçlardan biridir. Saldırı ile filonun önemli
bir kısmına zarar verilse de uçak gemileri, önemli tankerler, fabrika gemileri ve denizaltıların
imha edilememesi saldırıyı askeri açıdan tam olarak başarılı sayılmamasının nedenidir.

* Hitlerin Söylemleri ; Versay sisteminden kurtulacağız, Tek millet tek devlet, Avusturya ile
birleşme (2.Dünya savaşı başlamadan burayı ve Çekoslavakya’nın bazı yerlerini işgal etti).
- Yaşam alanı istiyoruz, bu topraklar insanlarımıza yetmiyor.
- Bu işgallerin nereye kadar süreceği bilnemiyordu.
* Savaşı hızlandıran olay Japonya – Mançurya’yı işgal etti.
* 1935 Plesibit ile Sahr bölgesini aldı.
* İtalya Habeşiştan’ı işgal etti.
* Almanya Versay antlaşmasına aykırı olarak Ren Bölgesine girdi.
* İspanya’daki iç savaşa “statükocu” ülkeler karışmadı. İtalya ve Almanya destekledi,
Cumhuriyetçiler ortada bırakıldı.
* 1938 Avusturya işgali.
* 1936 Münih Konferansı İngiliz Başkanı Chamberlain, Almanlara yeşil ışık yaktı. Taviz
verdi. Almanyanın bununla yetineceğini sandılar, Genişleme düşünmeyeceğini sandılar.
- Almanyanın öz güveni ve Uluslar arası düzene, dünya düzenine karşı uyma gibi bir zorluğu
yok. MC yi kırdı ve sonra dünyaya karşı revizyonist davrandı.
 Polonya Konusu ; Almanyanın Danzik konusunda ısrarı vardı. 1939 Alman – Sovyet Paktı
(Lehistan) bu fiilen 2. dünya savaşına giden son yol.
 İngilizler Yatıştırma Politikası izledi
 Eylül 1939 Batı, Almanya - Doğu ise Sovyetler tarafından işgal edildi.
 Almanyanın Polonyayı işgal etmesi Müttefikler tarafından kabul edilmez bir durumdu.
Fransa, İng, Polonya ittifakı vardı.
-- Avusturya ve Çekoslavakyanın işgali İngiltere oluruyla oldu fakat Polonyada böyle bir
oluru yoktu. Bu durumdan sonra Almanların nerede duracağı belli değildi.
* Eylül 1939 (savaş başlangıç) 6 ay çatışma yok.  Savaşın nasıl gideceğini belirleyen
Almanya’ydı. Bu sürede savaş hazırlığı yaptı Nisan 1940 ta bu durağanlık ortadan kalktı.
 Alman savaş taktiği yıldırım taktiği. Hızla ilerleme ve şoka uğratma, çok çabuk ilerleyen
bir ülkeydi. Danimarka’yı bir günde aldı, Norveç’i aldı. Haziran başında İngilizleri püskürttü.
10 Mayıs 1940 Chamberlain istifa etti, yerine Churchil geldi. Dört günde Hollanda, Fransa,
Belçika’yı aldı. Fransa, Belçika ordusu 335 bin asker fakat malzemelerini bırakıp kaçtılar.
 Paris 14 Haziran 1940 ta teslim oldu. Fransanın çabuk yenilgisi savaş dengelerini bozdu.
Not ; 1940 yazında Almanya İngiltereyi işgale kalksaydı, direnmesi söz konusu değildi.
İngilizler zaman içinde radar sistemini ve havacılığını geliştirdi.

17
 1940 Sonbaharında, Alman denizaltıları Atlantik Okyanusunda faaliyete başlıyor, İng
kuşatma altında ABD nin İng ile arasındaki deniz koridorunu açık tutmak amacı var. Bu ABD
yi rahatsız etti. ABD donanmasından 50 Destroyer İngiltere’ye verildi.
* Japonya Pasifiğin Batı tarafını ele geçirdi. İtalyanın Yunan’a saldırması söz konusuydu.
* Mart – Nisan 1940  Almanya – Yunanistan, Yugoslavya ve Girit’e girdi.
* 9 Ağustos 1941'de yapılan toplantı sonucunda; iki devlet topraklarını genişletmek
istemediklerini, bütün uluslara sınırları içinde güvenle yaşamak olanaklarını sağlayacak bir
barışın yapılmasını arzuladıklarını bir bildiri ile açıkladılar Atlantik Bildirisi olarak tanınan
bu belgede liderlerce kabul edildi.
- Savaştan sonra toprak kazanılmayacak
- Uluslar arası işbirliği, Self-determinasyon
- Temel hammaddelerden eşit şekilde yararlanılması.
- İlgili halkın onayı olmadan toprak değiştirilmeyecek.
- Açık denizlerde ticaret serbestliği.
- Eksen ulkelerinin silahsızlandırılması.
NOT : Bu alınan kararlarla BM nin temeli ve Uluslar arası örgütün kurulması kararı
alınmıştır.
* 7 Aralık 1941, Japonya’nın Pearl Harbour saldırması ve USA savaşa katıldı.
- Almanya 1942 yazında Stalingrad ı elinde tutma amacı vardı, 500 bin kişiyle Rusyaya girdi,
90 bin kişiyle çıktı.
* 1943 – 1945 arası Müttefikler
- Sicilya ordusu İtalyaya girdi.
- 1944 Normandiya çıkarması.
* Sovyetler Almanyayı püskürtmeye başladı. Doğu Avrupadaki güç dengesi Sovyetlere geçti.
- 9 Mayıs 1945 Almanya teslim oldu. (Avrupa açısından savaş bitti) Fakat savaş 3 ay daha
devam etti (Pasifikte Japonya – ABD savaşa devam ediyordu. Ancak atom bombalarıyla
yenebildiler. Ağustos 1945 savaş bitti.

Atlantik Bildirisi. 9 Ağustos 1941'de Müttefikler, II. Dünya Savaşı sırasında, savaşın
yürütülmesini sağlamak ve zafere ulaşabilmek için alınacak önlemleri saptamak maksadıyla,
çeşitli toplantılar yapmış olup, bu toplantılardan ilki, Başkan Franklin D. Roosevelt ile
Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill arasında oldu.

Versay Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile Almanya arasında
imzalanan barış antlaşmasıdır. 18 Ocak 1919'da başlayan Paris Barış Konferansı'nda
müzakere edilmiş, 7 Mayıs 1919'da son metin Almanlara deklare edilmiş, 23 Haziran'da
Alman Parlamentosu'nca kabul edilmiş ve 28 Haziran'da Paris'in Versay banliyösünde
imzalanmıştır.

SEVR ANTLASMASI-
Birinci dünya Savaşı’nın galip devletleri,Ankara’da kurukan Milli Hükümeti ve onun miil
siyaseti kabul etmedikten başka,onu meşru hükümet saydıkları Padişah hükümetine karşı asi
bir varlık gibi görüyor,yok etmek için gerek Yunanlılara,gerekse Padişah hükümetine her türlü
maddi yardımı yapıyorlardı.
Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Kanferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11
Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verildi.
Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilâf
Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve
Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile
Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan

18
vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.
Sultan Vahdeddin'in başkanlığında toplanan Şûra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir
mevcudiyeti, mahvaya tercih edilmeğe değer" görerek Antlaşma'nın onanmasına karar
vermiştir. Tevfik Paşa'nın, Türk topraklarını parçalayan, millî şeref ve haysiyetle
bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damad Ferit Paşa tarafından
görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hâdi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşmasını
10 Ağustos 1920'de Fransa’nın başkenti Paris’in Sevres kasabasında imzaladılar.Sevr
Antlaşması'na göre, Osmanlı Devleti parçalanıyor, Türk Milleti de yasama hakkından yoksun
bırakılıyordu.
Rumeli sınırımız aşağı-yukarı İstanbul vilâyeti olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu (İzmir
ve havalisi) Yunanlılara veriliyordu. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos
dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta
idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye
arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus
mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya
bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı.
İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak,
Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı.
Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu
vilâyetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlıklar Türklerden
daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı
(ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden
kurtuluyorlar, yeniden hiç kimsenin Türk tabiyetine de girmesine müsade edilmiyordu.
Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması, Anadolu'daki millî mücadele azmini
kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur.
Sevr antlasması Osmanlı Sultanı Vahideddin Hân ile İngiliz-Fransız-İtalyan parlamentolarınca
tastik edilmediğinden, dörtyüzotozüç madde ve oniki bölümün (ölü-doğan) hükümle
sunlardır:
l- İstanbul ile Bogazları'nı ve Marmara'nın Anadolu kıyılarının tahkim edilmemesi ve
buralarin Karma Bogazlar Komisyonunca kontrolü;
2- Suriye ve Lübnan'in Fransızlar'a; Arabistan, Yemen, Irak, Filistin'in Ingiltere'ye yine Mısır,
Sudan ve Kıbrıs'ın İngiliz idaresine; Fas ve Tunus'un Fransa'ya bırakılması;
3- İzmir/Aydın vilâyeti ile Çatalca'dan batıya Doğu Trakya ve İmroz/Gökçeada ile Bozcaada
dâhil Yunanlılara
4- Rize, Trabzon, Gümüşhane, Artvin, Kars, Ağrı, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Erzincan ve
Erzurum'un Ermeniler'e;
5-Muğla ve Antalya'nın İtalya'ya verilip, Konya, Göller Bölgesi, Afyon ve Bursa'ya kadarki
yerlerde de himaye hakkı tanınması;
6- Kapitülasyonların her devlete tanınması;
7- Osmanlı devlet borçlarının ödenmesini ihtiva ediyordu.
8-) Azınlıklara çok geniş haklar verilecek.
9-) Osmanlı Devletinin bütün gelir kaynakları, İtilaf Devletlerinin işgal masfarlarına ve savaş
tazminatını ödemeye harcanacak. Osmanlı Devletinin maliyesi, İtilaf Devletlerinin tayin
edeceği bir komisyonun elinde olacaktı.
10-) Osmanlı Devletinin en çok 50.000 kişilik bir ordusu olacak, ordunun ağır silahları,
uçakları ve savaş gemileri
Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayan ve
bunu onaylayan Şûra-yı Saltanat'ta bulunanları vatana hıyanetle itham ederek vatansız
sayılmaları kararını aldı.
Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı

19
Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu.

-SEVR ANLASMASININ ÖNEMI-


Sevr anlatması Osmanlı Devletini parçalayan ve Türklere yaşama hakkını
bahşetmeyen,bağımsız devlet niteliğiyle bağdaşmamaktadır.
Sevr Sonrasında Büyük Millet Meclisi Hükümeti anlaşma ile kendini hiçbir surretle bağlı
görmediğini de ilân atmiştir.
On üç bölümden oluşan antlaşmanın birinci bölümü,Birinci Dünya Savaşı’na son veren
anlaşmalarda olduğu gibi Milletler Cemiyeti Misakkına ait bulunmaktadır.
Sevr Antlaşması,Osmanlı Devletini İtilaf Devletlerinin müşterek bir sömürgesi haline
getiriyordu.
Anlaşma,İngiliz,Fransız ve İtalyan Devletlerinin temsilcilerinden Mâli Komisyon, Osmanlı
Devletinin gelir giderlerini düzenlemekte ve Devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile
bağdaştırmayacak şekilde bağlamasına neden oldu.
Sevr Barış Antlaşması’nın Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanması, Anadoluda milli
mücadee azmini kuvvetlendirmiştir.
O günler de Mustafa Kemal’in de ifade ettiği üzere idamımıza hükmeden düşmanlarımıza
karşı daha âzimkârane ve daha kuvvetli mukavemet çareleri düşünmek gerekmiştir.

Lozan Antlaşması
İngilizler, işgal altındaki İstanbul’da çaresiz kalan Osm. Pad. Mehmet Vahdettin’e Anlaşmayı
imzalatmışlarsa da, Ankara’da kurulan TBMM, Misak-ı Milli sınırlarını çizmiş ve Sevr’i
tanımadığını bütün dünyaya ilan etmiştir. Daha sonra Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkan
genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç uygulanmayan Sevr’in yerine Lozan anlaşmasını, Sevr’den 3
yıl sonra, imzalamayı başarmıştır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni Lozan Anlaşması’na taraf
olmamış olan Rusya ve Bulgaristan da imzalamışlardır. Lozan’ın eki olan Boğazlar
Sözleşmesi şu maddelerle özetlenebilir:
Ticaret Gemileri ve uçakları barış zamanında Türk Boğazlarından geçiş serbestisine
sahiptirler;
Savaş gemileri ve uçakları barış zamanında Boğazlardan geçiş serbestisine sahiptir; ancak
Karadeniz yönüne geçişte savaş gemileri için sınırlama vardır.
Savaş zamanı: Türkiye, Muharip değilse tarafsızlık haklarını geçişi engelleyecek şekilde
kullanamaz; Türkiye Muharip ise; tarafsız devletlerin ticaret gemileri düşmana yardım
götürmüyorlarsa geçebilirler; savaştığı devletin gemilerine karşı Türkiye, her türlü hakkını
kullanabilir. Boğazlar çevresinde belirli bölgeler askerden arındırılmıştır.
Antlaşmanın öngördüğü düzene uyulmasını başkanının Türk olduğu bir komisyon
denetleyecektir.
Lozan Türk Boğazları ve yakın çevresinde Türkiye’nin egemenlik hakkını önemli ölçüde
sınırlamaktaydı. Boğazlar Bölgesi askerden arındırılmakla bu bölgenin nasıl savunulacağı
sorusu cevapsız kalmıştı. Dolayısıyla ortada hem Karadeniz’in güvenliği açısından; hem de
Türkiye’nin güvenliği açısından önemli bir sorun vardı. Bu sorun, ancak Montrö Sözleşmesi
ile çözülebilmiştir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi


Sevr’e göre Türkiye’nin bölgedeki güvenliğini Milletler Cemiyeti, özellikle de İngiltere,
Fransa, İtalya ve Japonya garanti edecekti. İlk 3 ülke Türkiye’yi işgal etmiş ülkelerdi ve
İngiltere ile sorunlar hala devam etmekteydi. Güvenliğin ötesindeki mesele ise egemenlikti.
Türkiye, kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı konusunda
başka devletlerden izin almış oluyor, bu da asker bulundurmamakla sonuçlanıyordu. Böyle bir
durum milli egemenliğine önem veren hiçbir devlet için kabul edilemezdi.

20
Karadeniz ülkeleri, özellikle de SSCB Boğazlar’ın olası bir Avrupalı ülke saldırısında
kullanılmasını istememiş, bu nedenle geçişlere sınırlandırma getirilmesi konusunda
Türkiye’nin yanında yer almıştır. Bu kaygılar sonucu şekillenen sözleşmeye göre Türkiye bir
savaşta tarafsız ya da savaş dışı ise savaşan tarafların savaş gemileri Boğazlar’dan
geçemeyecektir. Yine Türkiye bir savaşa girmiş, ya da savaş tehdidi hissediyorsa diğer
devletlerin savaş gemilerinin geçişi konusunda kendi taktirini kullanabilecektir.
Ankara’daki sıkıntılara karşın Türkiye Boğazlar rejimini düzenlemek için uluslar arası
konjönktürün barışçıl çözüme izin verdiği dönemi beklemiş, zor kullanmamaya gayret
göstermiş, bir anlamda güç dengelerine oynamıştır. Bu anlamda Montrö Boğazlar Sözleşmesi
Atatürk’ün dış politikasında barışçıl yöntemlere verdiği önemi, pragmatikliğini, gerçekçi
duruşunu, diplomaside dengeleri çok iyi hesaplayabildiğini de göstermiştir.
Bu döneme kadar Milletler Cemiyeti’nin çeşitli alanlardaki garantilerinin de işlemediğinin
görülmesi, bizzat Milletler Cemiyeti’nin garantör olması beklenen üyelerinin ihlallerde
bulunması Türkiye’nin gerekçelerini güçlendirmiştir. Türkiye’nin talepleri konusunda izlediği
yol ilgili devletlere başvurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde olmuştur.
Bu taleplerin ardından 22 Haziran 1936’da Montrö’de bir konferans toplanıp Montrö
Boğazlar Sözleşmesi de 20 Temmuz 1936’da imzalanmıştır. Konferans, Türk Diplomasisinin
girişimleri ile toplandı, 22 Haziran 1936 da başlayan görüşmeler 1 ay sürdü ve 20 Temmuz
1936 de anlaşma imzalandı. Görüşmelerde Türk Heyeti’ne Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras
başkanlık etti.
Anlaşma taslağını Türkiye hazırlamıştı. Konferansın ilk oturumları Türkiye’nin hazırladığı
antlaşma taslağının okunması ve görüşülmesiyle geçti. 25 Haziran’da sorunlar Teknik
Komite’ye devredildi. 4 Haziran’da da İngiliz heyeti Türkler ile Cenevre ve Montreux’de
yaptıkları özel görüşmeler neticesinde hazırladıkları kendi taslaklarını toplantının gündemine
soktular.
Üç gün içinde de nihai metin üstünde anlaşıldı. 20 Temmuz 1936’da ise Montreux Boğazlar
Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye ek olan protokol hükümleri gereğince aynı gün gece yarısı
30 bin kişilik bir Türk gücü Boğazlar bölgesine girdi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, bugün de
geçerliliğini koruyan, uygulamada olan; Türk Boğazları için en önemli belgedir. Bu sözleşme
29 maddeden oluşur. Bu 29 Maddeden 22’si; askeri gemilerle ve askeri konularla ilgili
hükümleri içerirken, sadece 7’si ticari gemilerin geçişini düzenler. Montrö’yü kısaca
özetlemeye çalışırsak;
Savaş Gemisi dışında kalan tüm gemilere, Türk Boğazlarından geçiş serbestisi tanınmıştır.
Geçiş serbestisi, gece ve gündüz, yükü ne olursa olsun, bayrağı ne olursa olsun tanınan bir
özgürlüktür. Kılavuzluk ve römorkör alma konuları geçiş yapan gemilerin isteğine
bırakılmıştır.
Türkiye savaşan ülke ise ya da kendisini yakın bir savaş tehdidinde görüyorsa; ticari gemilerin
geçişini engelleyemese de, geçişlere bazı kısıtlamalar getirebilmek hakkına sahiptir. Örneğin;
geçişlerin gündüz yapılması, Türkiye’nin belirleyeceği güzergahların kullanılması ve kılavuz
kaptan alınmasının zorunlu tutulabilmesi (ücret almamak koşuluyla) mümkün olmaktadır.
Savaş gemileri ile ilgili olarak; geçişi sınırlayıcı pek çok hüküm vardır. Bunlar sadece
Türkiye’nin değil; Karadeniz Ülkelerinin de lehinedir. Örneğin; Karadeniz’de bulunabilecek
toplam tonaj; Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkeler için 30 bin ton ile sınırlandırılmış ve bu
gemilerin Karadeniz’de 21 günden fazla da kalamayacaklarını hükme bağlamıştır
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türk Hükümeti’ne devredilmiştir. (Montrö
Görüşmeleri esnasında bu hükme İngiltere karşı çıkmıştır. Türkiye’ye bu konuda en büyük
destek Romanya’dan gelmiştir.) Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin şu temel ilkeleri
benimsediği söylenebilir:
Türkiye’nin Güvenliği ve Karadeniz’in Güvenliği

21
Geçiş Serbestisi  Sözleşme’nin özellikle 18.maddesi Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin
kaygılarını gidermeye dönüktür. Sözleşme’de ayrıca Akdeniz-Karadeniz geçişlerinde, daha
çok savaş gemilerine dönük sınırlandırmalar da bulunmaktadır. Boğazlardan geçiş serbestisi
temel alınmıştır. Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler dışında konferansa katılanların en
çok üzerinde durduğu husus budur. 1. Madde geçiş serbestisine açık bir vurgu yapmaktadır.
Montrö’ye göre Boğazlardan ticaret gemilerine neredeyse mutlak anlamda geçiş hakkı
tanınmıştır ve Türkiye’nin bu konudaki sınırlandırma yetkileri yok denecek bir düzeydedir.
Savaş gemilerinin geçişinde ise güvenlik gerekçeleriyle sınırlandırmalar vardır.
Türkiye’nin Kazanımları  Türkiye kendi güvenliği için bölgeyi silahlandırma hakkına
sahip olmuştur. Bu sayede uluslararası güç dengelerinde Türkiye, İngiltere ve SSCB başta
olmak üzere diğer güçler tarafından da daha fazla önemsenir bir hale gelmiştir.
Bugün Durum ve Sonuç Bugün de Hazar Denizi bölgesi denilen bölgedeki zengin petrol
kaynakları yüzünden, Montrö Sözleşmesi yeniden tartışılmak istenmektedir. Ancak asıl
amacın Karadeniz’e dev uçak gemileri geçirerek burayı Basra Körfezi örneğinde olduğu gibi
kontrol altına almak olmadığından emin olmak o kadar kolay değildir. Montrö Sözleşmesi
Boğazlardan uçak gemisi geçmesini yasaklamaktadır.

22
II. DÜNYA SAVAŞI VE ALMANYA
II. Dünya Savaşını Polonya’yı işgal ederek başlatan Almanya, çok kısa bir sürede Batı
Avrupa’yı ve Kuzey Afrika’yı işgal etmiştir. Tüm bunlar olmadan, yani Almanlar Polonya’yı
işgal edip İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmadan hemen önce Almanya, SSCB ile Alman-Sovyet
Saldırmazlık Paktı’nı imzalamıştı. Alman dışişleri bakanı Ribbentrop ve SSCB dışişleri
bakanı Molotov arasında imzalanan bu pakt aslında Doğu Avrupa devletlerinin Almanya ve
Sovyetler Birliği’nin arasında nasıl bölüşüleceğine dair bir plandı.

Diğer bir deyişle; bu, iki devlet arasında karşılıklı bir işbirliği gibi görünüyordu ancak her iki
devlet de arka planda kendi stratejik çıkarlarını korumak adına farklı planlar kuruyorlardı da.
İki devlet etki alanlarındaki bölgelere müdahale etmeme kararlarını almış olmalarına rağmen
anlaşma maddelerinde yer almayan bölgeler işgal edildiğinde huzursuzluk kendini
hissettirmeye başlamıştı bile.

Sovyetlerin Romanya’ya göz dikerek bir kısmını işgal etmesi Hitler’i kaygılandırmıştı, zira
Alman tankları su yakmıyordu, Almanların çılgınlar gibi petrol ihtiyacı vardı ve bunu
İngilizlerin denizdeki ablukasından ötürü Romanya’dan tedarik ediyorlardı, dolayısıyla petrol
sahasının yakınlarındaki bir Sovyetler Birliği Hitler’in hiç mi hiç işine gelmezdi. Bu ve
benzeri sebeplerden ötürü yaşanan gerginlikler sonucu Rus dışişleri bakanı Molotov Berlin’e
gelerek görüşmelerde bulunmuştur.

Bu görüşmeler sonucunda mutabakat adına Stalin’in istekleri Alman tarafına iletilmiş ve


Hitler SSCB’nin gözünü Avrupa’ya diktiğini anlamış ve iyiden iyiye Sovyetlerin saf dışı
bırakılması gerektiğine inanmaya başlamıştır. Aslına bakılırsa yıllar evvel “Kavgam” isimli
kitabında Rusların yok edilmesi ve yaşadıkları bölgelerin işgal edilerek tüm kaynaklarının
sömürülmesi gerektiğini yazmıştı.

III. Reich führeri Hitler, harekatın planını daha 1940 yılında yaparken stratejisi şuydu;
Sovyetlerin geri çekilerek Wehrmacht'ı maymun etmesine mahal vermeden zırhlı ve motorize
kuvvetlerle hızlı bir şekilde hareket edip düşman kuvvetlerini geniş kuşatmalarla yok etmek.

Hitler bu stratejisinde yerden göğe kadar da haklıydı, zira Napoleon'un 1812 Seferi "burada
yapılmışı var" dercesine önemli bir emsal olarak Hitler'in önünde duruyordu. Hitler de akıl
küpü olmasa da salak da değildi, gerçi savaşın sonuna doğru çılgınca kararlar vermişti ama
harekat öncesindeki düşünceleri geçer akçeydi.

Adolf Hitler'e göre Napoleon 'un Rusya üzerine yürüyen ordusuyla kendi ordusu arasında
dağlar kadar fark vardı. O dönemde Napoleon 'un günde 40-50 km ilerleyen zırhlı ve motorize
birlikleri yoktu. Rusya'nın geniş düzlükleri bu anlamda Hitler'in gözünü korkutmuyordu.
Ayrıca Hitler biliyordu ki, o döneme nazaran çok daha gelişmiş haberleşme kaynakları vardı.
Napoleon 'un uçağı da yoktu. Oysa Hitler'in elinde Avrupa'YI kısa bir sürede parsellemiş bir
savaş makinesi vardı. Hem nasıl olsa harekat yılbaşından önce bitecekti Nazilerin laf anlamaz
führerine göre.

Naziler, harekat hazırlıkları için adeta eve misafir gelecekmişçesine hararetle evi toplayan
anneler gibi hummalı bir çalışmanın içine girmiş, tank, denizaltı ve uçak yapımına hız
vermişti. Ayrıca panzer, motorize ve piyade tümenlerinin de sayısını artırmıştı. Öte yandan
Hitler'in yanlış yerlerini kaldıran en büyük etkenlerden biri de askerlerinin savaşa ve
savaşmaya Avrupa'daki cephelerden aşina oluşu idi. Ordunun genelinin morali yüksekti ve
erinden generaline tüm askerler führerlerine karşı büyük bir güven besliyorlardı. O zamanlar

23
Hitler olmak iyi bir şeydi.

Führer ve kurmayları büyük saldırı için Alman askerlerinin Rusya üzerine üç koldan hücum
edeceği bir plan hazırlamışlardı, buna göre;

Kuzeyden Von Leeb'in “Kuzey Ordular Grubu” saldıracak ve Leningrad'ı ele geçirecekti.
Ortada Von Bock'un “Merkez Ordular Grubu” Minsk-Smolensk-Moskova doğrultusunda
ilerleyerek düşmanın ana kuvvetlerini çekilmelerine fırsat vermeden yok edecekti. Güneyden
ise Von Rundstedt'in “Güney Ordular Grubu” Ukrayna'yı işgal edecekti.

Ve planların işleme sokulmaya başladığı an, 22 haziran 1941 günü saat 04.00 sularında Alman
topçusu kıyametin ilk ateşini Sovyet sınır birliklerini vurarak açıyordu. Dünya tarihinin
dönüm noktalarından birisi bu ateşle başlamıştı.

Harekatın başlamasıyla birlikte Alman hava kuvvetleri Luftwaffe, Rus havaalanlarına Pearl
Harbor baskınına ilham verecek anilikte bombalamış, Rus uçakları daha havalanamadan imha
edilmişti. Alman uçakları Rus kara birliklerini de boş geçmiyordu elbette.

Alman zırhlı birlikleri de Avrupa'nın batısında olduğu gibi yine büyük bir hızla sınırı geçerek
Rus topraklarında paletleri üzerinde ilerliyordu. Kuzeyde Von Leeb ve ordusu Leningrad
istikametine günde ortalama 50 km ilerlerken Merkez Ordular Grubu, önüne geleni ezerek
Rus ovalarına yayılmıştı. Daha harekatın üçüncü gününde 200 km yol almışlardı ve
Minsk'teki Rus birliklerini çoktan kuşatmıştı.

Güney Ordular Grubu için aynı sözleri etmek mümkün değildir. Ruslar burada da ani bir
baskın yemişler ancak toparlanıp saldırıları göğüsleyebilmişlerdir. Rusların bu bölgeye daha
fazla kuvvet ayırdığı anlaşılmıştır. Bunu yanında Alman panzerleri o güne dek hiç
bilmedikleri bir tankla karşılaşmışlardır; T-34 ve hatırlatmadan edemeyeceğim ki T-34 Alman
tanklarına göre her bakımdan daha üstün bir silahtır ve savaşın seyrinin değişmesinde bir
unsur olarak göze çarpar.
Harekatın yirminci gününde Almanlar kuzey ve merkez ordularının cephelerinde 300 bin
dolayında esir, 1800 kadar top ve 3000 küsür tank ve zırhlı araç ele geçirildiğini duyuruyordu.
Bu, almanlar için muhteşem dünya için şok edici bir sonuçtu.
Peki bunlar olurken Rus ordusu ne yapıyordu tanrı aşkına? Hemen söyleyelim, bu yıldırım
hızındaki baskınla birlikte kelimenin tam anlamıyla çok afedersiniz ama apışıp kalmışlardı.
Aslına bakılırsa Almanlarınki gibi bir ordunun karşısında her ordunun düşeceği bir duruma
düşmüşlerdi. Ayrıca bu harekat alenen bir ordunun başka bir orduya suikastidir bile
diyebiliriz. Ben derim en azından. Neyse konuyu dağıtmadan Ruslara gelelim; hızla ilerleyen
Alman birlikleri Rusların birlikler arası irtibatını koparma noktasına getirmişti. Ne ikmal ne
de takviye mümkün değildi. Emir komuta zinciri, Alman zırhlı birliklerinin ezip geçtiği
yerlerle komuta merkezi arasında işlemez hale gelmişti. Almanlar adeta ilk şok saldırılarıyla
Rusların sinir sistemini felç etmişlerdi.

Rus komuta kademesi de bu baskın gibi harekat sonrası adeta dilleri tutulmuşçasına harbin
başlamasından ancak 11 gün sonra demeçler vererek halka sesleniyordu. Halka seslenen
elbette ki Stalin’den başkası değildi. Gürcü bir şiveyle, olası bir çekilme durumunda
taşınabilen tüm malların taşınmasını, götürülemeyen her malzemenin imha edilmesini,
düşmanın işine yarayabilecek tek bir çivinin bile kullanılacak bir halde bırakılmamasını ve
düşman tehdidi altındaki kentlerde milis gruplarının kurulmasını tembihliyordu.

24
Rus halkı da bu direktif doğrultusunda işgale gelen Almanlara ne yiyecek erzak, ne barınacak
barınak bırakmayarak düşmanı aç ve açıkta bırakarak hasımlarının üstesinden gelmek
istiyordu, tıpkı 129 yıl önce 1812 Seferi'nde Napoleon ve ordusuna yaptıkları gibi.

Ruslar saldırının ilk şokunu atlattıktan sonra toparlanmaya başlıyor ve komuta kademesinde
sert tedbirler alıyordu. Başarısız komutanlar ya değiştiriliyor ya da kurşuna diziliyordu. Ordu,
savunma tertibini almaya başlamıştı ama atı alan Almanoğlu çoktan sınırı geçmişti geçmişti.

Kuzeyden üst üste bindirmelerle Sovyetlerin kuzey kanadını hallaç pamuğu gibi atan Kuzey
Ordular Grubu’nun zırhlı birlikleri hızlarını alamayıp piyade birliklerinin iki haftalık bir
mesafe ilerisine ulaşıyordu. Hatta zırhlı birliklerinin başındaki Hoeppner 200 km ötedeki
Leningrad'a yürümek istiyordu. Boşan da semerini ye diyen Kuzey Ordular Grubu komutanı
Von Leeb bu riski almak istemiyor ama başkomutanlık "denemeden olmaz, denemek lazım"
dediği için birkaç gün yağan sağanak yağmurun ardından panzerler soluğu Leningrad
yakınlarında alıyordu. Ruslar bu telaşla askeri lise öğrencilerini dahi eline silah verip cepheye
sürerken Alman piyadesi düşman ölüleri arasında kadın askerlere rastlıyordu.

Güneyde ise Güney Ordular Grubu ilk duraklamanın ardından ilerlemesini hızlandırıyor ve
Dinyester Nehri’ni geçiyordu. Merkezde de işler Almanlar için iyi gidiyordu. Hoth ve
Guderian'ın zırhlı birlikleri iki kola ayrılıp Hoth kuzeyden, Guderian ise güneyden ilerleyerek
doğu istikametinde fırtına gibi esiyordu. Ancak Guderian'ın işi Hoth'a nazaran daha zordu
çünkü aşması gereken Brezina ve Dinyeper nehirleri vardı.

Guderian komutasındaki zırhlı birliği Dinyeper'in yakınlarına kadar gelir ve üstü olan Mareşal
Von Kluge geride kalan piyade birlikleri arkadan yetişmediği müddetçe Guderian'ın nehri
geçmesine izin vermez. Çünkü nehrin ötesinde bir düşman taarruzuna maruz kalınabileceğini
düşünmektedir. Ancak Guderian komutanını bile amiyane tabirle kafakola alıp nehri bir
çırpıda önemsiz bir kayıpla geçer.

Guderian koca panzerlerle nehri geçerken nehrin öteki tarafında yağlı güreş izler gibi
seyreden Mareşal Timoşenko ihtiyat birlikleriyle taarruza geçer ama altında panzeri olan
Guderian, Timoşenko'yu ve yaya birliklerini pek de umursamadan doğu istikametinde gaza
basmıştır bile. Nasıl olsa geriden gelen piyade birlikleri Timoşenko ile çarpışacaklardır. Bu
şafaktan sonra Guderian mı uğraşsın piyadeyle?

Guderian yıldırım savaşının hakkını vererek 16 Temmuz'da Moskova'dan bir önceki durak
olan Smolensk'e gelin arabası süren şoför neşesinde ulaşır. Aynı tarihlerde kuzeyden ataklarını
sıklaştıran Hoth'un zırhlı birlikleri de Smolensk'in yakınlarına ulaşır ve tam bir düğün
konvoyu neşesi saçarlar.

Bu iki zırhlı grubun arasında kalan Timoşenko'nun Smolensk'i savunmak için çırpınışları da
para etmez.

Bu zaferle birlikte tüm gözler Moskova'ya çevrilir ancak Hitler Moskova yerine güneye,
Kiev'e yönelinmesi gerketiğini ve Moskova'nın sadece sembolik bir isim olduğunu savunur.
Adolf Hitler'e göre Leningrad ideolojik, Kiev ekonomik, Moskova ise sembolik hedeflerdir.
Hitler'in bu çıkışına komutanları üstü kapalı ırın mırın etse de führerin sözünün üstüne söz
etmek kimin haddine?

Bunun üzerine Guderian'ın tankları güneye çark eder ve Avrupa'nın en büyük nehri olan

25
Dinyeper'i zor zahmet aşarak güneyden kuzeye yönelmiş olan Kleist'in tanklarıyla Kiev'in 250
km doğusunda leyla ve mecnun gibi birbirlerine kavuşurlar. O saatten sonra Kiev'i kurtaracak
hiçbir kuvvet kalmamıştır ve güneydeki 6. ordu ile birlikte büyük bir kuşatma sonucu 19
Eylül'de de Kiev düşer. Elde edilen esir sayısı akıl alacak gibi değildir; 650 bin esir, bunun
yanında tank, top ve Ural Dağları’na kaçırılmaya hazır halde trenlerde bekleyen fabrika
malzemeleri. Tüm bonusları toplayan Wehrmacht, Hitler'e hayatının en muzaffer anlarını
yaşatıyordu. Artık Ukrayna'nın yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri Hitler'in kucağındaydı.
Joseph Stalin, Moskova'yı savunayım derken çöken güney cephesi nedeniyle soğuk terler
dökerken, Hitler, Berlin'de tebrikleri kabul ediyordu.

-Hitler, iyi güzel hoş ama bilmem farkında mısın eylül ayındasın?-

Tam da bu günlerde zamansız bir yağmur başlar ve günlerce devam eder. Yazın tozu ve
toprağıyla dolan tüm araçlar balçık deryası gibidir. Çamura bata çıka yol almak neredeyse
işkencedir. İşte tam o günlerde tüm Alman askerlerinin dilinde şu söz belirir; "yoksa!"

Hitler, Kiev'in de ele geçirilmesiyle dikkatini iyiden iyiye Moskova'ya verir. Kuzeydeki
ordulara Leningrad kuşatmasını tamamlanmasını ve artan kuvvetlerin merkeze, yine aynı
şekilde güneydeki ordulardan da bir miktar kuvveti Merkez Ordular Grubu’na tahsis edilmesi
emrini verir. Merkezdeki ordular grubunun başındaki Von Bock'un emrinde artık 1,5 milyon
asker vardır. Bu muazzam bi sayı takdir edersiniz ki. Hedef; düşmanın ana gücünü yok etmek
ve Moskova'yı ele geçirmektir.

Hitler'in emriyle 2 Ekim 1941'de büyük Moskova taaruzu başlar ve kısa süreli çarpışmalar
sonucunda Moskova yolu üzerindeki Vyazma şehri ele geçirilir. Artık Alman ordusu topun
başında penaltı atacak oyuncu gibi beklemektedir. Kalede ise elbette ki Kızıl Ordu vardır.
Ancak unutulmamalıdır ki, kale arkasındaki tribün Ruslara ayrılmıştır.

Bu arada Barbarossa Harekatı'nın daha dördüncü ayı bile bitmeden oluşan bilançoya
bakarsak; Minsk, Smolensk, Kiev ve Vyazma gibi dört meydan muharebesi yapılmış ve
Almanlar dört parlak zafer elde etmiştir. Ele geçirilen esir, araç, gereç de had safhadadır. Şu
ana kadar her şey Hitler'in planladığı gibi gitmektedir.

Neyse, çok uzattık, devam edelim şu Moskova taarruzuna; 9 Ekim'de mevsimin ilk karı
toprağa düşüyor ve Von Bock komutasındaki Merkez Orduları Moskova'ya hareket için marşa
basarken Ruslar da boş durmuyordu elbette. Moskova'da eli silah ve hatta kazma, kürek tutan
herkes göreve çağırılıyordu. kadını,erkeği, çoluğu çocuğu yarım milyon Moskovalının kar-kış
demeden ortaya çıkardığı çalışmaları hayranlık vericiydi; yaklaşık 100 uzunluğunda tank
hendeği, 8000 km avcı siperi ve 300 km'lik dikenli tel döşeyerek şehrini, vatanını
savunuyordu.

rusların komta kademesinde de değişikliğe gidilmişti. Budyenni'nin yerine timoşenko,


timoşenko'dan boşalan yere de Sibirya'dan Mareşal Jukov çağrılmıştı. Jukov, görevin başına
geçer geçmez sert tedbirler almış, karışıklık yapan kim varsa sotede kurşuna dizdirtiyordu.

Bu arada Von Bock orduları birkaç yönden Moskova'ya ilerliyordu, şehre yaklaşılmasına
rağmen o yıl erken yağan kar ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur günlerce sürüyor ve
Almanların bir metre bile ileri gitmesine mani oluyordu. Koca Wehrmacht, askerinden,
aracının dingiline kadar çamura batmış bir halde debelenip duruyordu. silahların içine dek
dolan çamur ayrıca dertti alman askerleri için. tanrım ne rezillik! askerlerin çamura sağlanan

26
araçları kurtarmak için ayrıca çaba sarf etmesi büyük yorgunluğa ve yılgınlığa sebep olurken
moraller yavaş yavaş düşmeye başlıyordu.

Moskova cephesinde bunlar olurken güneyde ise Rundstedt orduları 16 Ekim'de Odesa'yı, 24
Ekim'de Harkov'u alıyor ve Rostov'a dayanıyor. Ancak Rostov'u düşürmek ne mümkün! Rus
gerillaları Almanlara göz açtırmayan saldırılar gerçekleştiriyor. diğer yandan buz tutmuş don
nehri üstünden dalga dalga Rus taarruzları başlıyor. Rundstedt, yeni birliklerin de bölgeye
intikal ettiğini öğrenip birliklerin bir kısmını geri çekmeye karar veriyor. bu şimdiye dek
alman ordusunun ilk geri çekilmesi ve hitler haberi aldığında kulaklarına inanamıyor. Faturayı
da elbette Fransa ve Polonya zaferlerinin muzaffer delikanlısı feldmareşal Rundstedt'e
kesiyordu.

-mikrofonlarımız tekrar Moskova cephesinde-

Çamura batan, yan yatan Alman ordusu, don olayıyla birlikte çamurun kurumasıyla ilerleme
açısından toparlıyor ancak Rusya ayazı hiç de Almanya'nınkine benzemiyor azizim. Ben bile
İzmir’de askerlik yaparken nöbette soğuktan ellerim şişmişti bu Alman askerlerinin Rus
ayazında neler çektiğini hayal edemiyor ama anlatmaya çalışıyorum işte. Hitler savaşın kıştan
önce biteceğini düşündüğü için askerleri yazlık elbiselerle Rusya üzerine gönderdiği ve
Almanya'dan gelen kışlık malzemenin de gecikmesiyle asker bu kez de soğukla
cebelleşiyordu. Henüz Kasım ayının başı olmasına rağmen soğuk dayanılmaz bi hal almıştı.
Ayrıca Moskova'ya yaklaştıkça Rus direnişi güçleniyordu. General kış Almanları sekteye
uğratırken Ruslara bahar ayı gibi gelmişti.

Artık ilerlemenin ne tadı ne de tuzu kalmamıştı. Buna rağmen Hitler mevsimin Alman savaş
makinesine engel olamayacağını bas bas bağırıyordu. Şimdiye dek bir kere olsun cepheye
gelip postallarını çamurlamamış, ayaklarını üşütmemiş bir de sıcacık karargâhından ahkam
kesip askerleri iyice çileden çıkarıyordu.

Buna rağmen Almanlar Moskova'yı artık askeri bir hedeften ziyade savaşın sonu ve
hayatlarını soğuktan kurtaracak sıcak bir yuva olarak görmeye başlamış ve gayrete gelmişti.
Nasıl gelmesinler; askerlerin yiyecek ekmeği taş kesmiş, düşmanın kafasına atsa yaracak
sertlikte, kıçı başı öylesine üşümüş ki artık altına işeyip ısınma yoluna gitmiş, az miktardaki
yün keçe için neredeyse arkadaşını boğazlayacak hale gelmiş. Evinden barkından,
sevdiklerinden ayrı, beyaz bir cehennemde var oluş mücadelesi veriyor. Askeri ayakta tutan
tek motivasyon kaynağı Moskova'nın düşmesi ve içecekleri bir tas sıcak çorba.

17 Kasım sabahı Alman topçusu Moskova meydan muharebesini başlatıyor. Zırhlı birlikler
artık son kozlarını oynuyor ve Moskova üzerine atılıyor. Rus mukavemeti bir şekilde
kırılacak! Ne fayda, 4-5 gün sonra ısı -30'a düşüyor. Mekanizmalar çalışmıyor, motorlar,
yağlar donuyor, asker açıkta artık tir tir titremeye başlıyor. Yaralananlar gerideki ilk yardım
bölgesine taşınamadan donarak ölüyor.

Alman piyadesi yol kenarında "Moskova 22 kilometre" yazısını okuyor. Bu Almanların


Moskova'ya en yakın olduğu andır. Dürbünle bakılsa belki Kremlin bile görünecek ancak Rus
direnci gittikçe kuvvetleniyor. Hatta zaman zaman Rus karşı taarruzları bile oluyor. Bunun
üzerine Merkez Ordular Grubu komutanı Von Bock, taarruzun artık fayda getirmeyeceğini
gözlemleyerek bunu başkomutanlığa bildiriyor ancak Hitler laftan anlar mı? "Moskova'yı
istiyorum" diyor başka bir şey demiyor. Sanki starcraft oynuyor iyi mi!

27
Bunun üzerine harekata devam ediliyor. Bu sırada karargâha ulaşan haberlere göre kış
mevsimine göre hazırlanmış Sibirya tümenleri Moskova bölgesine kaydırıldığı bildiriliyor. Bu
taze kuvet Rus saflarına katılırken Almanlarda artık taarruz edecek takat kalmamış, Aralık
soğuğunda eller tuttuğu demire yapışıyor, dürbünler ve nişan tertibatları buz tutuyor. Benzin
zaten donmuş. Sargı bezi donduğundan açılıp yaralara sarılamıyor, hareketsiz kalan 5 dk
içinde ölüyor, ele geçirilen ölü Rus askerlerinin kışlık elbiseleri için Alman askerleri birbirini
öldürecek neredeyse!

Almanlar artık Ruslarla değil general kışla savaşıyordu. Soğuktan işlemez hale gelen
tanksavarlar rus T-34'leri karşısında çaresiz kalıp T-34'leri Almanlara bela ediyordu. Bir taraf
performansını kaybederken diğer taraf güçlendikçe güçleniyordu. Fritz'in kıçı donarken, Ivan,
başında kürk kalpak, sırtında yün elbisesi, keçeli botlarıyla alışkın olduğu Rus soğuğunda
savaşırken teçhizatları da mevsime uygun olarak donatılmış, donmayan motor yağları,
antifiriz, kar zincirleri, kar paletleri ve bir de Rus atları.

Bu şartlar altında Alman orduları için çekilme başlıyor. Rus taarruzlarıyla birlikte ani çekilme
taktikleriyle olası bir imhadan sıyırtan Almanlar nereye giderlerse gitsinler soğuktan
kaçamıyorlar. Von Bock, daha da geri çekilerek cepheyi daraltmayı ve geriden gelen
takviyeye daha hızlı ulaşmayı planlıyor ve kış ayını en az zararlar atlatmayı ve baharda
Moskova’yı ele geçirmeyi düşünmeye başlıyordu. Bu düşüncelere rağmen zaferden zafere
koşan Wehrmacht'ın yine zafere bu kadar yaklaşmışken geri çekilmek zorunda kalması son
derece moral bozukluğuna neden oluyordu elbette.

Buna rağmen yazımın başında da belirttiğim gibi Hitler, savaşın sonlarına doğru sersemliyor
ve geri çekilmemeleri direktifini veriyor ordularına. Bunun üzerine Guderian uçağa atlayıp
soluğu führerinin karşısında alıp durumu kendisine izah ediyor ancak dinleyen kim? Hitler
hem Guderian'ı sallamıyor bir de üstüne cephedeki komutanlardan bazılarını görevden alıyor.
Aynı akıbete görevinin başına geçtiğinde yıldırım savaşı doktrininin yaratıcısı ve Alman zırhlı
birlikler kurucusu Guderian da uğruyor. Von Bock'u da görevinin başından alan Hitler, kara
kuvvetlerini de doğrudan kendisine bağlıyordu.

Komuta kademesindeki bu değişiklikler ve atamalar sanki bir işe yarayacak mıydı, tabii ki
hayır. Taarruzlar karşısında geri çekilme kaçınılmaz sürmüştür. Bu kaçış hiç şüphesiz 129 yıl
önceki Napoleon'un 1812 Seferi'ni hatırlatıyordu, ancak Napoleon en azından Moskova'yı
alabilmişti, bunları hep yazdık, Hitler'in askerleri ise Moskova'yı sadece dürbünlerle
görebilmişti.

Sonuç olarak; bu hezimetle Alman savaş makinesinin yenilmezlik unvanına son verilmiş ve
tıpkı Napoleon gibi Hitler de şahsi akıbetine dair geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.

Diğer bir deyişle; bu, iki devlet arasında karşılıklı bir işbirliği gibi görünüyordu ancak her iki
devlet de arka planda kendi stratejik çıkarlarını korumak adına farklı planlar kuruyorlardı da.
İki devlet etki alanlarındaki bölgelere müdahale etmeme kararlarını almış olmalarına rağmen
anlaşma maddelerinde yer almayan bölgeler işgal edildiğinde huzursuzluk kendini
hissettirmeye başlamıştı bile.

İkinci Dünya Savaşını Polonya’yı işgal ederek başlatan Almanya, çok kısa bir sürede Batı
Avrupa’yı ve Kuzey Afrika’yı işgal etmiştir. Tüm bunlar olmadan, yani Almanlar Polonya’yı

28
işgal edip İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmadan hemen önce Almanya, SSCB ile Alman-Sovyet
Saldırmazlık Paktı’nı imzalamıştı. Alman dışişleri bakanı Ribbentrop ve SSCB dışişleri
bakanı Molotov arasında imzalanan bu pakt aslında Doğu Avrupa devletlerinin Almanya ve
Sovyetler Birliği’nin arasında nasıl bölüşüleceğine dair bir plandı.

Diğer bir deyişle; bu, iki devlet arasında karşılıklı bir işbirliği gibi görünüyordu ancak her iki
devlet de arka planda kendi stratejik çıkarlarını korumak adına farklı planlar kuruyorlardı da.
İki devlet etki alanlarındaki bölgelere müdahale etmeme kararlarını almış olmalarına rağmen
anlaşma maddelerinde yer almayan bölgeler işgal edildiğinde huzursuzluk kendini
hissettirmeye başlamıştı bile.

Sovyetlerin Romanya’ya göz dikerek bir kısmını işgal etmesi Hitler’i kaygılandırmıştı, zira
Alman tankları su yakmıyordu, Almanların çılgınlar gibi petrol ihtiyacı vardı ve bunu
İngilizlerin denizdeki ablukasından ötürü Romanya’dan tedarik ediyorlardı, dolayısıyla petrol
sahasının yakınlarındaki bir Sovyetler Birliği Hitler’in hiç mi hiç işine gelmezdi. Bu ve
benzeri sebeplerden ötürü yaşanan gerginlikler sonucu Rus dışişleri bakanı Molotov Berlin’e
gelerek görüşmelerde bulunmuştur.

Bu görüşmeler sonucunda mutabakat adına Stalin’in istekleri Alman tarafına iletilmiş ve


Hitler SSCB’nin gözünü Avrupa’ya diktiğini anlamış ve iyiden iyiye Sovyetlerin saf dışı
bırakılması gerektiğine inanmaya başlamıştır. Aslına bakılırsa yıllar evvel “Kavgam” isimli
kitabında Rusların yok edilmesi ve yaşadıkları bölgelerin işgal edilerek tüm kaynaklarının
sömürülmesi gerektiğini yazmıştı.

III. Reich führeri Hitler, harekatın planını daha 1940 yılında yaparken stratejisi şuydu;
Sovyetlerin geri çekilerek Wehrmacht'ı maymun etmesine mahal vermeden zırhlı ve motorize
kuvvetlerle hızlı bir şekilde hareket edip düşman kuvvetlerini geniş kuşatmalarla yok etmek.

Hitler bu stratejisinde yerden göğe kadar da haklıydı, zira Napoleon'un 1812 Seferi "burada
yapılmışı var" dercesine önemli bir emsal olarak Hitler'in önünde duruyordu. Hitler de akıl
küpü olmasa da salak da değildi, gerçi savaşın sonuna doğru çılgınca kararlar vermişti ama
harekat öncesindeki düşünceleri geçer akçeydi.

Adolf Hitler'e göre Napoleon 'un Rusya üzerine yürüyen ordusuyla kendi ordusu arasında
dağlar kadar fark vardı. O dönemde Napoleon 'un günde 40-50 km ilerleyen zırhlı ve motorize
birlikleri yoktu. Rusya'nın geniş düzlükleri bu anlamda Hitler'in gözünü korkutmuyordu.
Ayrıca Hitler biliyordu ki, o döneme nazaran çok daha gelişmiş haberleşme kaynakları vardı.
Napoleon 'un uçağı da yoktu. Oysa Hitler'in elinde Avrupa'YI kısa bir sürede parsellemiş bir
savaş makinesi vardı. Hem nasıl olsa harekat yılbaşından önce bitecekti Nazilerin laf anlamaz
führerine göre.

Naziler, harekat hazırlıkları için adeta eve misafir gelecekmişçesine hararetle evi toplayan
anneler gibi hummalı bir çalışmanın içine girmiş, tank, denizaltı ve uçak yapımına hız
vermişti. Ayrıca panzer, motorize ve piyade tümenlerinin de sayısını artırmıştı. Öte yandan
Hitler'in yanlış yerlerini kaldıran en büyük etkenlerden biri de askerlerinin savaşa ve
savaşmaya Avrupa'daki cephelerden aşina oluşu idi. Ordunun genelinin morali yüksekti ve
erinden generaline tüm askerler führerlerine karşı büyük bir güven besliyorlardı. O zamanlar
Hitler olmak iyi bir şeydi.

29
Führer ve kurmayları büyük saldırı için Alman askerlerinin Rusya üzerine üç koldan hücum
edeceği bir plan hazırlamışlardı, buna göre;

Kuzeyden Von Leeb'in “Kuzey Ordular Grubu” saldıracak ve Leningrad'ı ele geçirecekti.
Ortada Von Bock'un “Merkez Ordular Grubu” Minsk-Smolensk-Moskova doğrultusunda
ilerleyerek düşmanın ana kuvvetlerini çekilmelerine fırsat vermeden yok edecekti. Güneyden
ise Von Rundstedt'in “Güney Ordular Grubu” Ukrayna'yı işgal edecekti.

Ve planların işleme sokulmaya başladığı an, 22 haziran 1941 günü saat 04.00 sularında Alman
topçusu kıyametin ilk ateşini Sovyet sınır birliklerini vurarak açıyordu. Dünya tarihinin
dönüm noktalarından birisi bu ateşle başlamıştı.

Harekatın başlamasıyla birlikte Alman hava kuvvetleri Luftwaffe, Rus havaalanlarına Pearl
Harbor baskınına ilham verecek anilikte bombalamış, Rus uçakları daha havalanamadan imha
edilmişti. Alman uçakları Rus kara birliklerini de boş geçmiyordu elbette.

Alman zırhlı birlikleri de Avrupa'nın batısında olduğu gibi yine büyük bir hızla sınırı geçerek
Rus topraklarında paletleri üzerinde ilerliyordu. Kuzeyde Von Leeb ve ordusu Leningrad
istikametine günde ortalama 50 km ilerlerken Merkez Ordular Grubu, önüne geleni ezerek
Rus ovalarına yayılmıştı. Daha harekatın üçüncü gününde 200 km yol almışlardı ve
Minsk'teki Rus birliklerini çoktan kuşatmıştı.

Güney Ordular Grubu için aynı sözleri etmek mümkün değildir. Ruslar burada da ani bir
baskın yemişler ancak toparlanıp saldırıları göğüsleyebilmişlerdir. Rusların bu bölgeye daha
fazla kuvvet ayırdığı anlaşılmıştır. Bunu yanında Alman panzerleri o güne dek hiç
bilmedikleri bir tankla karşılaşmışlardır; T-34 ve hatırlatmadan edemeyeceğim ki T-34 Alman
tanklarına göre her bakımdan daha üstün bir silahtır ve savaşın seyrinin değişmesinde bir
unsur olarak göze çarpar.
Harekatın yirminci gününde Almanlar kuzey ve merkez ordularının cephelerinde 300 bin
dolayında esir, 1800 kadar top ve 3000 küsür tank ve zırhlı araç ele geçirildiğini duyuruyordu.
Bu, almanlar için muhteşem dünya için şok edici bir sonuçtu.
Peki bunlar olurken Rus ordusu ne yapıyordu tanrı aşkına? Hemen söyleyelim, bu yıldırım
hızındaki baskınla birlikte kelimenin tam anlamıyla çok afedersiniz ama apışıp kalmışlardı.
Aslına bakılırsa Almanlarınki gibi bir ordunun karşısında her ordunun düşeceği bir duruma
düşmüşlerdi. Ayrıca bu harekat alenen bir ordunun başka bir orduya suikastidir bile
diyebiliriz. Ben derim en azından. Neyse konuyu dağıtmadan Ruslara gelelim; hızla ilerleyen
Alman birlikleri Rusların birlikler arası irtibatını koparma noktasına getirmişti. Ne ikmal ne
de takviye mümkün değildi. Emir komuta zinciri, Alman zırhlı birliklerinin ezip geçtiği
yerlerle komuta merkezi arasında işlemez hale gelmişti. Almanlar adeta ilk şok saldırılarıyla
Rusların sinir sistemini felç etmişlerdi.

Rus komuta kademesi de bu baskın gibi harekat sonrası adeta dilleri tutulmuşçasına harbin
başlamasından ancak 11 gün sonra demeçler vererek halka sesleniyordu. Halka seslenen
elbette ki Stalin’den başkası değildi. Gürcü bir şiveyle, olası bir çekilme durumunda
taşınabilen tüm malların taşınmasını, götürülemeyen her malzemenin imha edilmesini,
düşmanın işine yarayabilecek tek bir çivinin bile kullanılacak bir halde bırakılmamasını ve
düşman tehdidi altındaki kentlerde milis gruplarının kurulmasını tembihliyordu.

Rus halkı da bu direktif doğrultusunda işgale gelen Almanlara ne yiyecek erzak, ne barınacak
barınak bırakmayarak düşmanı aç ve açıkta bırakarak hasımlarının üstesinden gelmek

30
istiyordu, tıpkı 129 yıl önce 1812 Seferi'nde Napoleon ve ordusuna yaptıkları gibi.

Ruslar saldırının ilk şokunu atlattıktan sonra toparlanmaya başlıyor ve komuta kademesinde
sert tedbirler alıyordu. Başarısız komutanlar ya değiştiriliyor ya da kurşuna diziliyordu. Ordu,
savunma tertibini almaya başlamıştı ama atı alan Almanoğlu çoktan sınırı geçmişti geçmişti.

Kuzeyden üst üste bindirmelerle Sovyetlerin kuzey kanadını hallaç pamuğu gibi atan Kuzey
Ordular Grubu’nun zırhlı birlikleri hızlarını alamayıp piyade birliklerinin iki haftalık bir
mesafe ilerisine ulaşıyordu. Hatta zırhlı birliklerinin başındaki Hoeppner 200 km ötedeki
Leningrad'a yürümek istiyordu. Boşan da semerini ye diyen Kuzey Ordular Grubu komutanı
Von Leeb bu riski almak istemiyor ama başkomutanlık "denemeden olmaz, denemek lazım"
dediği için birkaç gün yağan sağanak yağmurun ardından panzerler soluğu Leningrad
yakınlarında alıyordu. Ruslar bu telaşla askeri lise öğrencilerini dahi eline silah verip cepheye
sürerken Alman piyadesi düşman ölüleri arasında kadın askerlere rastlıyordu.

Güneyde ise Güney Ordular Grubu ilk duraklamanın ardından ilerlemesini hızlandırıyor ve
Dinyester Nehri’ni geçiyordu. Merkezde de işler Almanlar için iyi gidiyordu. Hoth ve
Guderian'ın zırhlı birlikleri iki kola ayrılıp Hoth kuzeyden, Guderian ise güneyden ilerleyerek
doğu istikametinde fırtına gibi esiyordu. Ancak Guderian'ın işi Hoth'a nazaran daha zordu
çünkü aşması gereken Brezina ve Dinyeper nehirleri vardı.

Guderian komutasındaki zırhlı birliği Dinyeper'in yakınlarına kadar gelir ve üstü olan Mareşal
Von Kluge geride kalan piyade birlikleri arkadan yetişmediği müddetçe Guderian'ın nehri
geçmesine izin vermez. Çünkü nehrin ötesinde bir düşman taarruzuna maruz kalınabileceğini
düşünmektedir. Ancak Guderian komutanını bile amiyane tabirle kafakola alıp nehri bir
çırpıda önemsiz bir kayıpla geçer.

Guderian koca panzerlerle nehri geçerken nehrin öteki tarafında yağlı güreş izler gibi
seyreden Mareşal Timoşenko ihtiyat birlikleriyle taarruza geçer ama altında panzeri olan
Guderian, Timoşenko'yu ve yaya birliklerini pek de umursamadan doğu istikametinde gaza
basmıştır bile. Nasıl olsa geriden gelen piyade birlikleri Timoşenko ile çarpışacaklardır. Bu
şafaktan sonra Guderian mı uğraşsın piyadeyle?

Guderian yıldırım savaşının hakkını vererek 16 Temmuz'da Moskova'dan bir önceki durak
olan Smolensk'e gelin arabası süren şoför neşesinde ulaşır. Aynı tarihlerde kuzeyden ataklarını
sıklaştıran Hoth'un zırhlı birlikleri de Smolensk'in yakınlarına ulaşır ve tam bir düğün
konvoyu neşesi saçarlar.

Bu iki zırhlı grubun arasında kalan Timoşenko'nun Smolensk'i savunmak için çırpınışları da
para etmez.

Bu zaferle birlikte tüm gözler Moskova'ya çevrilir ancak Hitler Moskova yerine güneye,
Kiev'e yönelinmesi gerketiğini ve Moskova'nın sadece sembolik bir isim olduğunu savunur.
Adolf Hitler'e göre Leningrad ideolojik, Kiev ekonomik, Moskova ise sembolik hedeflerdir.
Hitler'in bu çıkışına komutanları üstü kapalı ırın mırın etse de führerin sözünün üstüne söz
etmek kimin haddine?

Bunun üzerine Guderian'ın tankları güneye çark eder ve Avrupa'nın en büyük nehri olan
Dinyeper'i zor zahmet aşarak güneyden kuzeye yönelmiş olan Kleist'in tanklarıyla Kiev'in 250
km doğusunda leyla ve mecnun gibi birbirlerine kavuşurlar. O saatten sonra Kiev'i kurtaracak

31
hiçbir kuvvet kalmamıştır ve güneydeki 6. ordu ile birlikte büyük bir kuşatma sonucu 19
Eylül'de de Kiev düşer. Elde edilen esir sayısı akıl alacak gibi değildir; 650 bin esir, bunun
yanında tank, top ve Ural Dağları’na kaçırılmaya hazır halde trenlerde bekleyen fabrika
malzemeleri. Tüm bonusları toplayan Wehrmacht, Hitler'e hayatının en muzaffer anlarını
yaşatıyordu. Artık Ukrayna'nın yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri Hitler'in kucağındaydı.
Joseph Stalin, Moskova'yı savunayım derken çöken güney cephesi nedeniyle soğuk terler
dökerken, Hitler, Berlin'de tebrikleri kabul ediyordu.

-Hitler, iyi güzel hoş ama bilmem farkında mısın eylül ayındasın?-

Tam da bu günlerde zamansız bir yağmur başlar ve günlerce devam eder. Yazın tozu ve
toprağıyla dolan tüm araçlar balçık deryası gibidir. Çamura bata çıka yol almak neredeyse
işkencedir. İşte tam o günlerde tüm Alman askerlerinin dilinde şu söz belirir; "yoksa!"

Hitler, Kiev'in de ele geçirilmesiyle dikkatini iyiden iyiye Moskova'ya verir. Kuzeydeki
ordulara Leningrad kuşatmasını tamamlanmasını ve artan kuvvetlerin merkeze, yine aynı
şekilde güneydeki ordulardan da bir miktar kuvveti Merkez Ordular Grubu’na tahsis edilmesi
emrini verir. Merkezdeki ordular grubunun başındaki Von Bock'un emrinde artık 1,5 milyon
asker vardır. Bu muazzam bi sayı takdir edersiniz ki. Hedef; düşmanın ana gücünü yok etmek
ve Moskova'yı ele geçirmektir.

Hitler'in emriyle 2 Ekim 1941'de büyük Moskova taaruzu başlar ve kısa süreli çarpışmalar
sonucunda Moskova yolu üzerindeki Vyazma şehri ele geçirilir. Artık Alman ordusu topun
başında penaltı atacak oyuncu gibi beklemektedir. Kalede ise elbette ki Kızıl Ordu vardır.
Ancak unutulmamalıdır ki, kale arkasındaki tribün Ruslara ayrılmıştır.

Bu arada Barbarossa Harekatı'nın daha dördüncü ayı bile bitmeden oluşan bilançoya
bakarsak; Minsk, Smolensk, Kiev ve Vyazma gibi dört meydan muharebesi yapılmış ve
Almanlar dört parlak zafer elde etmiştir. Ele geçirilen esir, araç, gereç de had safhadadır. Şu
ana kadar her şey Hitler'in planladığı gibi gitmektedir.

Neyse, çok uzattık, devam edelim şu Moskova taarruzuna; 9 Ekim'de mevsimin ilk karı
toprağa düşüyor ve Von Bock komutasındaki Merkez Orduları Moskova'ya hareket için marşa
basarken Ruslar da boş durmuyordu elbette. Moskova'da eli silah ve hatta kazma, kürek tutan
herkes göreve çağırılıyordu. kadını,erkeği, çoluğu çocuğu yarım milyon Moskovalının kar-kış
demeden ortaya çıkardığı çalışmaları hayranlık vericiydi; yaklaşık 100 uzunluğunda tank
hendeği, 8000 km avcı siperi ve 300 km'lik dikenli tel döşeyerek şehrini, vatanını
savunuyordu.

rusların komta kademesinde de değişikliğe gidilmişti. Budyenni'nin yerine timoşenko,


timoşenko'dan boşalan yere de Sibirya'dan Mareşal Jukov çağrılmıştı. Jukov, görevin başına
geçer geçmez sert tedbirler almış, karışıklık yapan kim varsa sotede kurşuna dizdirtiyordu.

Bu arada Von Bock orduları birkaç yönden Moskova'ya ilerliyordu, şehre yaklaşılmasına
rağmen o yıl erken yağan kar ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur günlerce sürüyor ve
Almanların bir metre bile ileri gitmesine mani oluyordu. Koca Wehrmacht, askerinden,
aracının dingiline kadar çamura batmış bir halde debelenip duruyordu. silahların içine dek
dolan çamur ayrıca dertti alman askerleri için. tanrım ne rezillik! askerlerin çamura sağlanan
araçları kurtarmak için ayrıca çaba sarf etmesi büyük yorgunluğa ve yılgınlığa sebep olurken
moraller yavaş yavaş düşmeye başlıyordu.

32
Moskova cephesinde bunlar olurken güneyde ise Rundstedt orduları 16 Ekim'de Odesa'yı, 24
Ekim'de Harkov'u alıyor ve Rostov'a dayanıyor. Ancak Rostov'u düşürmek ne mümkün! Rus
gerillaları Almanlara göz açtırmayan saldırılar gerçekleştiriyor. diğer yandan buz tutmuş don
nehri üstünden dalga dalga Rus taarruzları başlıyor. Rundstedt, yeni birliklerin de bölgeye
intikal ettiğini öğrenip birliklerin bir kısmını geri çekmeye karar veriyor. bu şimdiye dek
alman ordusunun ilk geri çekilmesi ve hitler haberi aldığında kulaklarına inanamıyor. Faturayı
da elbette Fransa ve Polonya zaferlerinin muzaffer delikanlısı feldmareşal Rundstedt'e
kesiyordu.

-mikrofonlarımız tekrar Moskova cephesinde-

Çamura batan, yan yatan Alman ordusu, don olayıyla birlikte çamurun kurumasıyla ilerleme
açısından toparlıyor ancak Rusya ayazı hiç de Almanya'nınkine benzemiyor azizim. Ben bile
İzmir’de askerlik yaparken nöbette soğuktan ellerim şişmişti bu Alman askerlerinin Rus
ayazında neler çektiğini hayal edemiyor ama anlatmaya çalışıyorum işte. Hitler savaşın kıştan
önce biteceğini düşündüğü için askerleri yazlık elbiselerle Rusya üzerine gönderdiği ve
Almanya'dan gelen kışlık malzemenin de gecikmesiyle asker bu kez de soğukla
cebelleşiyordu. Henüz Kasım ayının başı olmasına rağmen soğuk dayanılmaz bi hal almıştı.
Ayrıca Moskova'ya yaklaştıkça Rus direnişi güçleniyordu. General kış Almanları sekteye
uğratırken Ruslara bahar ayı gibi gelmişti.

Artık ilerlemenin ne tadı ne de tuzu kalmamıştı. Buna rağmen Hitler mevsimin Alman savaş
makinesine engel olamayacağını bas bas bağırıyordu. Şimdiye dek bir kere olsun cepheye
gelip postallarını çamurlamamış, ayaklarını üşütmemiş bir de sıcacık karargâhından ahkam
kesip askerleri iyice çileden çıkarıyordu.

Buna rağmen Almanlar Moskova'yı artık askeri bir hedeften ziyade savaşın sonu ve
hayatlarını soğuktan kurtaracak sıcak bir yuva olarak görmeye başlamış ve gayrete gelmişti.
Nasıl gelmesinler; askerlerin yiyecek ekmeği taş kesmiş, düşmanın kafasına atsa yaracak
sertlikte, kıçı başı öylesine üşümüş ki artık altına işeyip ısınma yoluna gitmiş, az miktardaki
yün keçe için neredeyse arkadaşını boğazlayacak hale gelmiş. Evinden barkından,
sevdiklerinden ayrı, beyaz bir cehennemde var oluş mücadelesi veriyor. Askeri ayakta tutan
tek motivasyon kaynağı Moskova'nın düşmesi ve içecekleri bir tas sıcak çorba.

17 Kasım sabahı Alman topçusu Moskova meydan muharebesini başlatıyor. Zırhlı birlikler
artık son kozlarını oynuyor ve Moskova üzerine atılıyor. Rus mukavemeti bir şekilde
kırılacak! Ne fayda, 4-5 gün sonra ısı -30'a düşüyor. Mekanizmalar çalışmıyor, motorlar,
yağlar donuyor, asker açıkta artık tir tir titremeye başlıyor. Yaralananlar gerideki ilk yardım
bölgesine taşınamadan donarak ölüyor.

Alman piyadesi yol kenarında "Moskova 22 kilometre" yazısını okuyor. Bu Almanların


Moskova'ya en yakın olduğu andır. Dürbünle bakılsa belki Kremlin bile görünecek ancak Rus
direnci gittikçe kuvvetleniyor. Hatta zaman zaman Rus karşı taarruzları bile oluyor. Bunun
üzerine Merkez Ordular Grubu komutanı Von Bock, taarruzun artık fayda getirmeyeceğini
gözlemleyerek bunu başkomutanlığa bildiriyor ancak Hitler laftan anlar mı? "Moskova'yı
istiyorum" diyor başka bir şey demiyor. Sanki starcraft oynuyor iyi mi!

Bunun üzerine harekata devam ediliyor. Bu sırada karargâha ulaşan haberlere göre kış
mevsimine göre hazırlanmış Sibirya tümenleri Moskova bölgesine kaydırıldığı bildiriliyor. Bu

33
taze kuvet Rus saflarına katılırken Almanlarda artık taarruz edecek takat kalmamış, Aralık
soğuğunda eller tuttuğu demire yapışıyor, dürbünler ve nişan tertibatları buz tutuyor. Benzin
zaten donmuş. Sargı bezi donduğundan açılıp yaralara sarılamıyor, hareketsiz kalan 5 dk
içinde ölüyor, ele geçirilen ölü Rus askerlerinin kışlık elbiseleri için Alman askerleri birbirini
öldürecek neredeyse!

Almanlar artık Ruslarla değil general kışla savaşıyordu. Soğuktan işlemez hale gelen
tanksavarlar rus T-34'leri karşısında çaresiz kalıp T-34'leri Almanlara bela ediyordu. Bir taraf
performansını kaybederken diğer taraf güçlendikçe güçleniyordu. Fritz'in kıçı donarken, Ivan,
başında kürk kalpak, sırtında yün elbisesi, keçeli botlarıyla alışkın olduğu Rus soğuğunda
savaşırken teçhizatları da mevsime uygun olarak donatılmış, donmayan motor yağları,
antifiriz, kar zincirleri, kar paletleri ve bir de Rus atları.

Bu şartlar altında Alman orduları için çekilme başlıyor. Rus taarruzlarıyla birlikte ani çekilme
taktikleriyle olası bir imhadan sıyırtan Almanlar nereye giderlerse gitsinler soğuktan
kaçamıyorlar. Von Bock, daha da geri çekilerek cepheyi daraltmayı ve geriden gelen
takviyeye daha hızlı ulaşmayı planlıyor ve kış ayını en az zararlar atlatmayı ve baharda
Moskova’yı ele geçirmeyi düşünmeye başlıyordu. Bu düşüncelere rağmen zaferden zafere
koşan Wehrmacht'ın yine zafere bu kadar yaklaşmışken geri çekilmek zorunda kalması son
derece moral bozukluğuna neden oluyordu elbette.

Buna rağmen yazımın başında da belirttiğim gibi Hitler, savaşın sonlarına doğru sersemliyor
ve geri çekilmemeleri direktifini veriyor ordularına. Bunun üzerine Guderian uçağa atlayıp
soluğu führerinin karşısında alıp durumu kendisine izah ediyor ancak dinleyen kim? Hitler
hem Guderian'ı sallamıyor bir de üstüne cephedeki komutanlardan bazılarını görevden alıyor.
Aynı akıbete görevinin başına geçtiğinde yıldırım savaşı doktrininin yaratıcısı ve Alman zırhlı
birlikler kurucusu Guderian da uğruyor. Von Bock'u da görevinin başından alan Hitler, kara
kuvvetlerini de doğrudan kendisine bağlıyordu.

Komuta kademesindeki bu değişiklikler ve atamalar sanki bir işe yarayacak mıydı, tabii ki
hayır. Taarruzlar karşısında geri çekilme kaçınılmaz sürmüştür. Bu kaçış hiç şüphesiz 129 yıl
önceki Napoleon'un 1812 Seferi'ni hatırlatıyordu, ancak Napoleon en azından Moskova'yı
alabilmişti, bunları hep yazdık, Hitler'in askerleri ise Moskova'yı sadece dürbünlerle
görebilmişti.

Sonuç olarak; bu hezimetle Alman savaş makinesinin yenilmezlik unvanına son verilmiş ve
tıpkı Napoleon gibi Hitler de şahsi akıbetine dair geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.

34

You might also like