You are on page 1of 2

İspanya İç Savaşında Bir Rektörün Direnişi: Miguel de Unamuno

29 ağustos 2017 kent stratejileri tarafından, posted in genel


Ercan Eyüboğlu, Siyaset Bilimci

Kendi üniversitesinin çatısı altında baskına uğrayan Miguel de Unamuno ‘işgalciler’in şaşkın bakışları
altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:

‘Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı,


suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim.’

Sevgili Rona Aybay Hoca’nın 24 Mayıs 2012’de bu sütunlarda yayımlanan yazısı, pek çok yapıtı
Türkçeye de çevrilen fakat gereğince tanınmayan büyük İspanyol Direnişçisi Cumhuriyetçi Miguel de
Unamuno’nun soylu ve yüce anısını tazelememize vesile olabilir.

Miguel de Unamuno (29 Eylül 1864, Bilbao – 31 Aralık 1936) yirminci yüzyılın ilk yarısında ilgilendiği
hemen her alanda damgasını vurmuş bir İspanyol romancısı, şairi, dilbilimcisi, tiyatrocusu, eleştirmeni
ve düşünürüdür. İspanyol kültürünü özümsemekle yetinmemiş, “anadili gibi” 14 dili bilmekteydi.
Yaşadığı çağı seçemese de o çağın içinde kendisini seçmiş ve konumunu belirlemiş, iki büyük savaş
arasının büyük kavgasında, güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi
cephesinde yerini almıştır. Cumhuriyete ve onun değerlerine öylesine içten, öylesine kararlılıkla
bağlıdır ki, Falanjistlerin katlettiği Frederico Garcia Lorca’nın akıbeti bile onu caydırmamış, tam
tersine, rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’ni demokrasinin ve Cumhuriyetin kalesi olarak
algılamak istemiştir.

1931’de kurulan Cumhuriyete kendini adayan Unamuno, 1936’da başını General Franco’nun çektiği
faşist hareket, özgürlükçü demokratik Cumhuriyete baş kaldırınca, kendini üç yıl sürecek olan İç
Savaş’ın içinde ve bilim-kültür cephesinin en ön saflarında bulur.

İç Savaş, adı üstünde, cephesi belirsiz bir savaş. Zaferi ya da yenilgiyi, (sivil) toplumun her alanında
bireysel tavırlar, teslimiyetler ve direnmelerin belirleyeceği bir savaş. İdeolojilerin belirleyici olduğu bir
savaş. İşte, bu İç Savaş’ın başlangıç yılı olan 1936’da Miguel de Unamuno, Cumhuriyetin
görevlendirmesi ile Salamanca Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmaktadır. Ne var ki, Avrupa’nın en
eski ve köklü üniversitelerinden biri olan Salamanca Üniversitesi, Falanjistlerin ilerlemesi sonucu,
milliyetçi kuşatmanın içinde bir Cumhuriyetçi adacık olarak kalmıştır ve her fırsatta taciz edilmekte,
kışkırtılmaktadır. Aşağıdaki olay işte bu kışkırtmanın öyküsüdür.

Cumhuriyet karşıtları orduda ve Falanjist örgütlenmeler içinde yuvalanmışlardır ve Cumhuriyeti


devirmek için bin bir komplo, bin bir entrika tezgâhlamaktadırlar. Franco yanlılarının etki alanı içinde
yer alan ve Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nin büyük amfisinde 12
Ekim 1936’da rektörün izni olmaksızın bir ‘Irk Şenliği’ düzenlenmiştir. Şenliğin onur konukları arasında,
daha sonra iyice ünlenecek olan o mahut Caudillo’nun karısı Dona Carmen Franco da vardır.

Bütün o davetli resmi erkânın ve bindirilmiş kalabalığın önünde kürsüye çıkan Francocu General
Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döken
ve faşizmi öven bir konuşma yapar ve konuşmasını, coşturulmuş kalabalık tarafından sık sık
tekrarlanan “Viva la muerta! – Yaşasın ölüm!” nidaları ile bitirir.

Kendi üniversitesinin çatısı altında böylesi bir baskına uğrayan Miguel de Unamuno, kendinden emin,
kararlı adımlarla ve söz almaksızın, generalin ardından kürsüye çıkar, oluşan bir ölüm sessizliği içinde
ve “işgalciler”in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
“Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz,
beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık
ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum
suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar
olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen
sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım. Süslemesiz ve
dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde gerçek, daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce
dinlediğimiz ve şu an aramızda bulunan General Millan-Astray’in konuşmasına, – eğer buna bir söylev
denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum.

Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana
koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim: ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını
kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları hale yola koyup aşmaya çalışmakla
geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim.
General Millan-Astray bir maluldür. Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi
gerçek bir harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya’da, ne yazık ki, çok fazla
sakat kimse vardır. Ve eğer Tanrı bize yardımcı olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok
sakat insanımız olacak. General Millan-Astray’in bir kitle psikolojisinin temellerini atmakta olduğu
düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes’in ruh büyüklüğüne sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden
kurtulup rahatlamayı, genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar.

Yenmek ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve tutkuya yeterince
yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla
kaba kuvvete sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira, inandırabilmeniz için, ikna
edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için, size, sizde bulunmayan iki şey gerekir: Akıl ve mücadelede
haklılık. Sizi İspanya’yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı beklemenin bir yararı
olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bu kadar!”

General Millan-Astray’in, oturduğu yerden, “Kahrolsun zekâ, Kahrolsun akıl!” nidaları ile sık sık kestiği
ve coşturulmuş amfiye yuhalattığı bu konuşmasının ardından, Miguel de Unamuno kürsüden inerken
faşist militanlar namlularını ona doğrultmuş, General Millan-Astray’ın bir işaretini beklemektedirler.
Tam o sırada Dona Carmen Franco’nun ayağa kalktığı ve Unamuno’nun koluna girdiği görülür.
Namlular şaşkınlık homurtuları içinde indirilir ve Unamuno amfiden yuhalamalarla çıkar, evinde göz
hapsine alınır ve 31 Aralık 1936’da ölür.

Ne demişti büyük Tolstoy: “İnsan sadece uluorta yalan söylemekten sakınmakla yetinmemeli, susarak
yalan söylemekten de kaçınmalı.”

You might also like