Professional Documents
Culture Documents
Özet
Dilimizde efsane ya da söylence olarak kullanılan Yunanca kökenli “mitoloji” sözcüğü,
kelime anlamı olarak; “rivayet”, “aslı esası olmayan söz” ve “öncekilerin anlatıları”
anlamına gelmektedir. Bir terim olarak mitoloji denilince; gerçekleşmesi mümkün
olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikâye; kutsal serüvenleri,
fizik ötesi varlıkların doğaüstü maceraları, arkaik dönemlerdeki insanlarının hikâyelerini
aktaran efsaneler veya gerçekte vuku bulduğu kesin olarak bilinmeyen ancak tarihî
dayanakları bulunan anlatılar akla gelmektedir.
Müsteşriklerin genelde Arapları, özelde ise Müslümanları rencide etmek için ortaya
attıkları “Araplar, aklı da midesi gibi boş millettir” iddiasının tersine, Arapların da akıl
ve hayal sahibi bir millet olup mitoloji üretebilme kapasitelerinin olduğunu bir takım 2859
folklorik anlatı ve inançlar ortaya koymaktadır.
Bu çalışmada öncelikle Arapların kültür ve akıl kapasitesi hakkında bir takım
değerlendirmeler yapılacaktır. Arap mitolojisinin kaynakları ve bu tür anlatımların nadir
olmasının sebepleri zikredildikten sonra İslam öncesi dönemde elde edilen belge ve
bulgular eşliğinde Satîh ve Zerkâu’l-Yemâme gibi kâhin hikâyeleriyle, ῾Ûc b. ῾Anâk,
Lokmân, Zülkarneyn ve Belkıs gibi gerçek ve mitolojik şahsiyetlere ait anlatıları, Ravâha
bint Seken gibi cin hikâyesi ile tabiatüstü varlıklardan olan gûl, sel῾ût ve nesnâs’a ait
anlatılar örnek olarak sunulacaktır. Ayrıca üzerine büyük değer atfedilen yılan ve karga
gibi hayvan hikâyeleri ile Arap toplumunda kutsal sayılan yıldızlarla ilgili anlatılar
bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Arap, Mitoloji, Söylence, Efsane
GİRİŞ
İlke toplumlar, insanlarla diğer varlıklar arasında hiçbir farklılık olmadığını sanıp
çevrelerinde gördükleri her şeyde aynı derecede hayat, akıl, konuşma yeteneği, cinsellik,
iyilik veya kötülük etme gücü bulunduğuna inanmışlardır. Büyücü, sihirbaz, falcı ve
kâhin gibi kendilerinden daha güçlü olduğu fikrine kapıldıkları kişiler aracılığı ile bu tür
doğaüstü varlıklarla doğrudan görüşülebildiklerini sanmışlardır.
İnsanlar, pozitif bilimlerin henüz gelişim göstermediği insanlığın ilk
dönemlerinde; evrendeki sayısız küçük büyük varlığın varoluşlarını, kendi varoluşlarını
ve çevresinde vuku bulan tabiat olaylarını düşünüp kafa yormaktaydılar. İşte ilk
dönemlerde yaşayan insanların kendilerini ve onları çevreleyen evren ve içindeki
varlıkları anlamlandırma çabaları mitoloji denilen edebiyat türünü ortaya çıkarmıştır.
Başka bir ifadeyle insanların doğal olayların nedenini araştırmaya sevk eden içgüdüleri
mitolojinin doğmasına yol açmıştır.
İnsan ırklarının tarihine baktığımızda hepsinin aynı derecede bilgisiz ve ilkel bir
dönemden geçtiklerini görürüz. Mısırlılar, Yunanlılar, Araplar ve herhangi bir Asyalı
veya Avrupalı topluluğun ataları da bir zamanlar doğa olaylarına, günümüzde ilkel kabul
edilen Avustralya, orta Afrika ve Amerika kıtalarında görülen ilkel kavimlerin inanışları
gibi inandıkları hususunda hiç şüphe yoktur. Bu yüzden her toplumda mitolojiye ya da
mitolojik unsurlara rastlamak mümkündür. Kimi zaman bu mitolojik unsurlar, edebi
eserlerin oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Mitoloji denildiğinde akla ilk Yunanlılar
gelmektedir. Oysaki diğer milletlerde olduğu gibi, Araplarda da geniş bir mitoloji kültürü
vardır. Bu çalışma bunu ispat için hazırlanmıştır.
Ülkemizde tüm ulusların mitoloji ve folklorlarına ait eserler bulunmasına rağmen
Arap mitolojisi ile alakalı hiçbir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu bildirinin temel amacı,
Araplarda mitolojinin olmadığı anlayışını irdelemek ve Arap kültüründe de diğer milletler
de olduğu gibi mitolojinin varlığını örneklerle açıklamaya çalışmaktır.
Bu çalışma iki temel bölümden oluşmaktadır:
İlk olarak mitolojinin kısa bir değerlendirmesi yapılarak bunun Araplardaki
yansımasına değinilecektir. Daha sonra ise Arap kültürü ve mitoloji yeteneği üzerine bir
takım tartışmalara yer verilecektir.
İkinci bölümde ise Arap mitolojisinin kaynaklarının yanı sıra Arap mitolojisinin
2860
az veya nadir olmasının muhtemel sebepleri üzerinde durulacaktır. Konunun sonunda ise
Arap Mitolojisi Figürlerinden birtakım örnekler verilecektir. Bunlar; Lokmân,
Cezîmetü’l-Ebraş, Seyf b. Zîyezen gibi Arapların ağzından düşmeyen destansı hikayeler,
Satîh ve Zerkâu’l-Yemâme gibi bazı kâhinlere ait hikâyeler, Arap toplumunda büyük
önem arzeden cinler ve bunlarla ilgili ilginç hikayelerle, bazı hayvanlarla ilgili inanışlar,
dilimizde “gulyabani” olarak ta bilinen gûl, selʻût ve nesnâs gibi tabiatüstü varlıklarla
alakalı anlatılardan oluşmaktadır. Son olarak Arapların gezegen ve yıldızlara bakış açıları
kısaca değerlendirilip, bunlarla alakalı birkaç anlatıya yer verilecektir.
I. BÖLÜM
1- Kavram Olarak Mitoloji
Dilimizde efsane ya da söylence olarak kullanılan Yunanca kökenli “mitoloji”
sözcüğü, kelime anlamı olarak; “rivayet”, “aslı esası olmayan söz” ve “öncekilerin
anlatıları” anlamına gelmektedir. Bir terim olarak mitoloji denilince; gerçekleşmesi
mümkün olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikâye; kutsal
serüvenleri, fizik ötesi varlıkların doğaüstü maceraları, arkaik dönem insanlarının
hikâyelerini aktaran efsaneler veya gerçekte vuku bulduğu kesin olarak bilinmeyen ancak
tarihî dayanakları bulunan anlatılar şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca bir tabiat olayının
meydana gelişini, bilinen bir varlığın oluşumunu veya yaradılışını, tabiat varlıklarında
meydana gelen bir değişikliği, olağanüstü şekilde, akıl dışı ve hayal ürünü açıklamalarla
anlatan hikâyeler de bu tanım içerisinde değerlendirilmektedir.1
1Oğuz, M. Öcal, (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay., Ankara, s.119; Tökel, Dursun Ali, (2000) Divan
Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Akçağ Yay., Ankara, s. 5.
Bilim adamları mitleri, birtakım sınıflandırmalara tabi tutmuşlardır. Buna göre;
köken mitleri; bir adın, bir nesnenin ya da varlığın nasıl olduğunu ya da ilk kez nasıl
ortaya çıktığını imgesel bir yolla açıklamaktadır. Ritüel mitleri; dinlerde mevcut olan
birtakım ayin ve tapınma törenleri ile bu uygulamaların yapılış veya anlamını açıklayan
mitlerdir. Eskatoloji mitleri ise evrenin sonunu ve kıyamet gününde vuku bulacak
olayları ifade etmektedir. Bunların dışında türeyiş, takvim, totem, prestij, kült ve
kahramanlık mitleri gibi alt sınıflandırmaları da görmek mümkündür.2
2- Arap Kültürü
Arap mitolojisi, Cahiliye Dönemine ait bir olgu olduğundan Arap kültürünün
kapsamı bu dönemle sınırlı tutulacaktır. Cahiliye Dönemi, Arap kültür tarihinin
başlangıcı olarak görülmektedir. Cahiliye Dönemi’nde Arap kültürü denilince; dönemin
coğrafi ve stratejik konumu, komşu medeniyetler arası ticari faaliyetler ve bu faaliyetlerle
beraber örf ve adetlerin belli bir kıvamda harmanlanıp şekillenmesi akla gelmelidir.
Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak
nesilden nesle aktarmıştır. Zaruri bir durum olmadıkça yazıya başvurmayan halkın
kültürü, göçebe hayatın zaruretlerinden doğan tecrübe, âdet ve geleneklerin geliştirdiği
bilgilerden ibaretti. Tüm sözlü kültürlerde olduğu gibi İslâm öncesi Arap kültüründe de
bilginin, ezberlenerek nesilden nesle aktarıldığını biliyoruz. Arapların bu döneme ait şiir,
Eyyâmu’l-ʻArab, Ensâb gibi bilgi kaynakları, Arap kabilelerinin sürdürdükleri göçebe
hayat içerisindeki tabii, dinî ve sosyal şartların tetiklediği ilhamlarla üretiliyordu. Çok
gerekli olmadıkça kullanılmayan yazı, anılan dönemden Abbasî döneminin başlarına
kadar büyük ölçüde sözlü kültüre hizmet etmiş ve onu beslemiştir.3
Cahiliye kültürünün en önemli unsuru olan şiir, mitolojiye ışık tutması açısından 2861
önemlidir. Zira malzemesini aşk, şarap, savaş, zafer, kahramanlık, düşmana duyulan kin,
avcılık, tabiat, kabile değerleri gibi konulardan alan Arap şiiri, anlam bakımından bedevî
hayatın aynası olurken, edebi bakımdan ise birçok millette olmayan bir yeteneğe işaret
etmektedir. Yaşadıkları toplumda büyük saygı uyandıran şiir sanatının ustaları olan
şairler, mensubu oldukları cemiyetin sözcüsü, rehberi, bilgini, hatibi; hatta tarihçisi
sayılırlardı. Onların alelâde bir insanın elde etmesi imkânsız olan tanrısal bir güç
tarafından desteklendikleri düşünülür; özel bir ilimle donatıldıklarına inanılırdı. Arap şiiri
genelde aşk, savaş sonrası ağıtlar, yaşanmış olayların, duygu ve düşüncelerle tasavvur
edildiği, donuk duygulardan sadır olamayacak tutkuların ve tabiatın ortaya koyulduğu
şiirdir. Bu şiirlerden anlaşılıyor ki, Arap’ta da hayâl ve duygu yoğunluğu vardır. İşte bu
yaratıcı fıtrat, mitolojik hikâyeler üretmekte çok fayda sağlamaktadır. Çünkü mitolojinin
edebi yönü ve etkisi, anlatıcının hayal derinliği sayesinde ortaya çıkmaktadır. 4
3- Araplar ve Mitoloji
Mitoloji kelimesi Arapça; “rivayet” ve “aslı esası olmayan söz” anlamında
kullanılan “ustûre-esâtîr” sözcüğünden türemiştir. Ustûre kelimesi sözlükte; “uʻcûbe” ve
“uhdûse” vezninde olup “s-t-r” fiil kökünden gelen ve “önceki ümmetlerin yazdığı
haberler” anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin aslının Arapça olmayıp, Yunanca,
2 Segal, Robert A.(2012), Mit, (terc.: Nursu Örge), Dost Kitabevi, Ankara, s.10-13; Lévi Straus, Claude, (2013) Mit ve
Anlam, (terc.: G. Yavuz Demir), İthaki Yay., İstanbul, s.50; Hançerlioğlu, Orhan, (2000), Dünya İnançları Sözlüğü,
Remzi Kitabevi, İstanbul, s.336.
3el-Hâc Hasan, Hüseyin, (1988), el-Ustûra inde’l-ʻArab fi’l-Câhiliye, el-Muessesetu’l câmiʻiyye li’d- dirasât, Beyrut,
5el-Mustafavî, Hasan,(1385 H.) et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l- Kerîm, Merkez neşri âsâr Allâme el-Mustafavî,
Tahran, V/148-152; Acîne, Muhammed,(1994), Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab ani’l-câhiliyye ve delâletihâ, Dâru’l-fârâbî,
Beyrut, I/17.
6Kur’an-ı Kerîm 6/25, 8/31, 16/24, 23/83, 25/5, 27/68, 46/17, 68/15, 83/13.
7ez-Zemahşerî, Ebû'l-Kâsım Mahmud b. Ömer,(1995), el-Keşşâf an hakaiki't-tenzîl,Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut,
II/13 ve 577; Hamdi Yazır, Muhammed,(1998), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayın Dağıtım, İstanbul, III/407-410.
8et-Taberî, İbn Cerîr, Ebû Cafer Muhammed,(2002, Câmiʽu’l-beyân, Dâr-u İbn Hazm, Beyrut, V/216-217; el-Kurtubî,
Muhammed b. Ahmed,(1985), el-Câmîʽ li ahkâmi’l- Kur’ân, Dâru ihyâi’t- turâsi’l-ʽArabî, 2. Baskı, Beyrut, X/95-96.
9Kur’an-ı Kerîm 31/6.
10Soury, Jules, Karşılaştırmalı Dinler Işığında İsrail Dini, (terc.:Harun Güngör ve İbrahim Açmaz),(2008), IQ Kültür
esâtiri’l-ʽArab, I/22-23.
ve cesareti, deve ise hayatın tamamını temsil etmektedir. Çünkü deve; susuzluğa olan
dayanıklılığı sebebiyle sabrıyla çöl gemisi olup sahiplerini ve eşyalarını taşımakta ve aynı
şekilde eti, sütü ve derisi sebebiyle hayatın olmazsa olmazıdır.12
Yunanlılar ise aklı daha çok kurgu denilen maddi gerçekliklerden uzak bir takım
figürlerle süslemişlerdir. Mesela; Onlar savaşı; cesaret, güzellik vb. mücerret şeylerle
tasvir etmiştir. Bununla birlikte başka bir benzerini diğer milletlerde göremediğimiz
şekilde savaşı, insana benzetirler. Bundan dolayı İlyada ve Odysseia gibi büyük olay ve
büyük savaşları anlatan eserler vücuda getirebilmişlerdir. Bu durumu Fransız gezgini
Alphonse de Lamartine (1790-1869) şu sözleriyle özetlemektedir: “Yunanlılar; cana
yakın dehasının yarattığı güzel rüyalara ve onların gerçek dolu birer gölgesi olan esrarlı
yalanlarına tapar. İnsan kalbinde ne kadar korku, ne kadar istek olursa Yunanlıların
bereketli soluğu da o kadar tanrı doğurur. Onun, tapınılan kişilere âşık dehası, her
sembol için bir tanrı yaratır ve her iniltiye, her çığlığa bir ruh verir” 13
II. BÖLÜM
1- Arap Mitolojisinin Kaynakları
Mutlak anlamda Arap mitolojisi, Arap yarımadasındakilerle sınırlı olmayıp 2863
yarımada haricinde bölgenin kuzeyi ve güneyinde bulunan İbrani, Fenike, Mısır, Babil ve
Sümer gibi diğer ulus mitolojileri ile birleşmiş ve tüm mitolojilerde olduğu gibi sözlü
kültüre dayanmakta ve nadiren de olsa yazılı kaynaklarda bulunmaktadır. Arap efsane ve
folklorunun temel kaynakları ve aynı zamanda Arap kültür hazinesinin koruyucuları
olarak telakki edilen eserler ve yazarlarına bakıldığında; bunların başında hiç şüphesiz
Osman b. el-Câhız ve iki değerli eseri el-Beyân ve’t-tebyîn ve Kitâbu’l-hayevân
gelmektedir. Vehb b. Münebbih’in Kitâbu’t-tîcân fî mulûk-i Himyer, Hemedânî’nin
Kitâbu’l-iklîl, Demîrî’nin Hayâtu’l-hayevâni’l-kubrâ, Mesʻûdî’nin Ahbâru’z-zemân,
Süheylî’nin Ravdu’l-enf, Ebû Ubeyde Maʻmer b. el-Müsennâ’nın Kitâb-u eyyâmi’l-
῾Arab kable’l-İslâm, el-Hemedânî’nin, Sıfat-u cezîrati’l-ʻArab ve Âsâru’l- bilâd ve
ahbâru’l-ibâd gibi eserleri ile el-Kazvînî’nin, ʻAcâibu’l-mahlûkât ve ğarâibu’l-mevcûdât
gibi eserleri klasik temel kaynaklar arasında zikretmek mümkündür. Modern kaynaklara
bakmak gerekirse bunların başında hiç şüphesiz ki; Alûsî‘nin Bulûğu’l-ereb isimli
hacimli eseri gelmektedir. En az onun kadar değerli bir eser de, Iraklı tarihçi Cevad
Ali’nin el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab isimli kapsamlı eseridir. Bunun yanında Şevkî
Abdulhakîm’in, Mevsûʻatu’l-folklor ve’l-esâtîri’l-ʻArabiyye, Muhammed Acîne’nin,
Mevsûʻat-u esâtiri’l-ʻArabʻani’l-câhiliye ve delâletihâ, Kusay Şeyh Asker’in, el-
Esâtîru’l-ʻarabiyye kable’l-İslâm ve ʻalâkatuhâ bi’d-diyânâti-l- kadîme, Hâlid Abdullah
el-Keremî’nin, Câmiʻun-nevâdir ve’l- esâtîr ve emsâli’l-ʻArab, Anastas Marî el-
12Abdulmuîd Han, Muhammed,(1937), el-Esâtîru’l- arabiyye kable’l-İslâm, Matbaʻatu lecneti’t-telif ve’t-terceme,
Kahire, s. 31 ve 45; et-Tunusî, Muhammed Hıdır Hüseyin,( ts.), el-Hayâlu fi’ş-şiʽri’l-ʽArabî, el-Mektebetu’l-ʽArabiyye,
Dimaşk, .13-14; eş-Şâʽbî, Ebu’l-Kâsım,(2013), el-Hayâlu’ş-şiʽrî inde’l-ʽArab, KelimâtʽArabiyyeli’t-terceme ve’n-
neşr, Kahire, s.12.
13 Granger, Ernest, Mitoloji, (trc: Nurullah Ataç), (1983),Cem Yayınevi, İstanbul, s.37-38.
Kermelî’nin, Edyânu’l-ʻArab ve hurâfâtuhum, Abdulmuîd Han’ın, el-Esâtîru’l-ʽArabiyye
kable’l-İslâm ve Ahmed Zekî’nin, el-Esâtîr gibi eserlerini zikretmek mümkündür.
2- Arap Mitolojisinin Yaygınlaşmasını Engelleyen Faktörler
Arapların mitoloji kültürünün -diğer milletlerin aksine- nadir olmasının bir takım
sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
Öncelikle Arabistan’da tarihî veya arkeolojik keşiflerin yolu ilk olarak miladi 18.
asrın ortalarında Almanlar tarafından açılmıştır. Bu asrın başından itibaren Mısır ve
Kızıldeniz yoluyla Hindistan’a seyahat eden Avrupalılar, Yemen ve Hadramevt
sahillerinden geçerken o bölgede yaşayan yerli halktan; memleketlerinde kumlar altında
gömülü birçok bina, tarihi eser ve bu eserler üzerinde Yahudi ve Araplar tarafından da
okunamayan birtakım kitabelerin bulunduğunu öğrenmiş; bu gizemli bilgiyi batıya
ulaştırmaya başlamışlardır. 14 Bu durum bize Araplarla ilgili bilgilerimizin henüz az ve
onların mitoloji kültüründen yoksun oldukları hükmünü verebilmek için vaktin gelmediği
sonucuna ulaştırmaktadır. Belki ileri bir tarihte bulunacak bilgi ve belgeler ışığında
Araların da diğer milletler kadar mitoloji miraslarının çok olduğu bilgisine ulaşılacaktır.
İkinci olarak; İslam’ın gelişiyle yeni bir kültürle tanışan Araplar, atalarından miras
olarak aldıkları bir takım inanç veya mitolojik hikâyeleri, inandıkları dine zıt şeyler
olduğu için terk etmek zorunda kalmışlardır. Rivayetler bize İslam’ın ilk yıllarında
Müslümanlara eski milletlere ait birtakım hikâye ve hurafeler anlatan el-Haris b. en-
Nadr’ın anlatılarının tevhide aykırı olması sebebiyle önce tevbeye davet edildiği, bir
müddet sonra aynı anlatılara devam ettiği için de öldürüldüğünü aktarmaktadır. 15
Üçüncü olarak; İslam Âlimlerinden büyük bir çoğunluğuna göre içerisinde şirk ve
küfür barındıran bilgileri öğrenmek ve öğretmek çok zararlı ve yasaktır. Çünkü İslam, 2864
yıllarca tevhide aykırı olan şeylerle savaşmış ve şirke ait ne varsa hepsini silmiş, tekrar
canlanmaması için büyük gayretler sarf etmiştir. Mesela İbn-i Haldun’a göre mitoloji
denilen bu ilimle uğraşmak bid‘attır ve abesle iştigal olup rivayet edilecek kadar değerli,
ciddiye alınacak kadar bir ilim dalı değildir.16 Bu ve benzeri tutumlar Araplara ait
mitolojik bilgilerin zamanla kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Arap
kaynaklarında mitolojiye nadiren rastlanması da bunun apaçık göstergesidir.
Dördüncü olarak; Araplara ait eserlerin toplanması ve tasnif edilmesi anlamına
gelen tedvin sürecinde ortaya çıkan ve “büyük fitne” şeklinde isimlendirilen Hz. Ali ve
Muaviye’nin kavgası sebebiyle hilafet merkezinin önce Medine’den Kufe’ye ve daha
sonra ise Şam ve Bağdat’a taşınması beraberinde bir takım mezhepsel ve kabilesel
soğuk/sıcak savaşları gündeme getirmiştir. Kabile savaşlarının en önemlisi olan kuzeyli
Kays ve güneydeki Yemenli kabilelerin savaşları, taassup neticesinde birbirlerini
karalama şeklinde gelişmiştir. Bunun yanında bu kabilelere ait olan birtakım rivayetler
kabile taassubu sebebiyle değiştirilmiş veya yok edilmiştir. Bunların içerisinde mitolojik
verilerinde bulunuyor olması kuvvetle muhtemel bir husustur.
Beşinci olarak; Arap mitolojisinin az ve nadir olması bunun Arap aklının mitoloji
üretme kapasitesinden yoksun olduğu anlamına gelmemektedir. Zira Arap toplumunun
yazıya geç bir dönemde geçmiş olması ve atalarının haberlerini kayıt altına almamaları
14 Günaltay, M. Şemsettin,(2013), İslâm Öncesi Arap Tarihi, Ankara Okulu Yay., Ankara, s. 110; Abdulmuîd Han, el-
Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.5.
15
Şeyh Asker, Kusay,(2007), el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm ve ʽalâkatuhâ bi’d-diyânâti-l-kadîme, Dâru maʽd,
Dimaşk, s.235.
16 Acîne, Muhammed, Mevsû’atu Esâtiri’l Arab, s.26.
neticesinde; “Araplarda mitoloji kabiliyeti yoktur” gibi bir anlayışı ortaya çıkarmaktadır.
Bu durum ise objektif bir bakış açıyla bakıldığında çok yanlış bir durumdur.
Altıncı olarak; eski Arap hayatını tasvir eden eserlerin gerekli ihtimam
gösterilmemesi neticesinde bazılarının yok olmasına; bazılarının ise ismi bilinmesine
rağmen bulunamamasına neden olmuştur. Bunun en bariz örneği ise Muhammed Hasan
b. Davûd el-Hemedânî’nin el-İklîl isimli eseridir. Bu eserin en temel özelliği eski Yemen
hakkında müellifin seyahatinde gördüklerinin yanı sıra onların sosyal hayatı ve
inançlarını konu edinmesidir. On ciltten oluştuğu bilinen bu kitabın- ne yazık ki- sadece
üç cildi bulunabilmiştir. Elimizde olan nüshaya göre onuncu ciltte el-Hemedânî, milattan
önce üç bin yıllarında yaşamış ve tüm dünyanın bu zamandan beri borçlu olduğu, Yemen
kabilelerinden Sebe’ ve Himyer krallıklarından bahsetmektedir. Henüz bulunamayan
yedinci ciltte ise eski Yemen’e ait efsaneler ve hurafeler kısmı yer almaktadır.
Yedinci olarak; Arapların çölde yaşamaları ve denizden uzak olmaları
gösterilebilir. Çölde yaşam sebebiyle Arapların içine kapanık olmaları doğal bir
durumdur. Pek tabii kapalı bir toplumun diğer uluslarla kaynaşması zor ve nadirattandır.
Bu durum kültürlerin birbirlerine ait olan hikâyelerin el değiştirmemesine, dolayısıyla -
varsa bile- zamanla unutulmasına sebebiyet vermiş olabilir. Ayrıca deniz yani su ve su
kaynakları medeniyetin oluşmasındaki en büyük etkendir. Arapların suya yani denize
uzak bir yaşam seçmeleri, onların başka medeniyetlerle kuracakları iletişimin önüne
geçen bir perde görevi görmüştür.
Yukarıda sıralamaya çalıştığımız sebepler bize Arapların mitoloji bakımından
kısır bir toplum olmasının bir takım sebepleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tüm bu
varsayımlarla birlikte elimizde bulunan bilgiler, Arapların da en az diğer milletler 2865
oranında mitolojik anlatılara sahip olduğunu apaçık bir şekilde göstermektedir. Araplarla
ilgili bilgilerin (kazı- yazıt-kitabe) birçoğunun müsteşrikler tarafından ortaya çıkarıldığını
daha önce belirtmiştik. Müsteşriklerin İslam’a olan düşmanlıkları onları Araplara karşı
önyargılı davranmaya iterek Arap kültür hazinesini yok saymaya kadar gitmiştir. Bunun
en bariz örneğini Fransız müsteşrik Jules Soury’den alıntıladığımız şu ifadelerinde
bulmak mümkündür: “Sâmi ırkının ilk dinleri çok tanrıcılıktır. Âramlılar, Asûrlular,
Fenikeliler, Kenanlılar ve Yahudiler önce güneşe, aya, gezegenlere, yıldızlara, ışığa,
ateşe, topraktan doğan devlere, tabiata, ormana ve hayvanlara taparlardı. Sâmiler
Halep’ten Arap denizine, Mısırdan Basra körfezine kadar olan bölgede hemen hemen
kızgın bulutsuz gökyüzü ile geniş kum ovası çölü geceleri de gökyüzüne kraliçelik eden
ayı tanıdılar. Sâmi ırkının izafi fakirliği bu yüzdendir. Asya’nın bu bölgesinde kurak
çölden başka bir şey yoktur. Böyle toprağın böyle insanı olur. Bu kayalık ve kumluk
ovalarda insanoğlu küçük, zayıf, kuru, öylesine kanatlardır ki; kafası da midesi kadar
boştur. Bu tip ırk yani göçebe Bedevi Arap, hiç düşünmez ve hiçbir şey bilmez, hayali de
çöl kadar ıssızdır.”17
18el-İsfahânî,Râgib, (2002), el-Müfredât fî elfâzı’l-Kur’ân, Dâru’l-kalem, 3. Baskı, Dimaşk, s.728; el-Alûsî, Bulûğu’l-
ereb, III/269; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/757; Harman, Ömer Faruk,(1994-2014),”Kâhin”, DİA, XXIV/170.
19
İbn Hişâm, Muhammed,(1990), es-Sîyretu’n-nebeviyye, Dâru’l-kitâbi’l-ʻarabî, Beyrut, I/31-35; el-Mesʻûdî, Ebû’l
Hasan Ali b. Hüseyin,(1996), Ahbâru’z-zemân, Dâru’l-Endelus, Beyrut, II/183; en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed,
(2004), Nihâyetu’l-ereb fî funûni’l-edeb, Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut, III/122.
Zerkâu’l-Yemâme
Câhiliye Dönemi Araplarda meşhur ve mitolojik bir şahsiyet olan Kâhine
Yemâmeli Zerkâ’, Necid’li bir kadın olup, Cüdeys kolunun Yemâme halkındandır İbn
Abdirabbih, ʻIkdü’l-ferîd isimli eserinde Zerkâ’nın Yemâme’de oturan bir kadın olup
sütteki beyaz kılı görebilme yeteneğine sahip olduğunu, üç günlük mesafedeki süvarileri
görüp dışarıdan gelebilecek askeri bir baskına karşı onları uyardığını, böylece düşman
onlara ulaşmadan kendilerini hazırladıklarını rivayet etmektedir. Rivayete göre bir gün
Zerkâ’nın kavmine baskın yapmak isteyenler; arkadaşlarına ağaç dallarını kesip onlarla
örtünerek bir nevi kamuflajlı bir şekilde ilerlemelerini istediler. Bu plan uygulanmaya
koyulmasına karşın Zerkâ onları fark ederek kendi kavim sakinlerine hitaben; size doğru
gelen ağaçları görüyorum dedi. Kavmi bu iddialarına karşılık onu yalanlayıp azarlayarak
aklını yitirdiğini söylediler. Bir sabah uyandıklarında onlara hücum eden süvarilerle baş
başa kaldılar. Beklenmedik baskın sonucu kavmi hezimete uğradı ve Zerkâ öldürüldü.
Rivayete göre Zerkâ’nın gözünü oyarak görme gücünün sebebini bulmaya çalışanlar,
çokça sürme sürdüğünden dolayı göz damarlarında dahi sürmenin izine rastlamışlardır.20
1.2. Diğerleri
ʻÛc b. ʻAnâk
Rivayetlere göre Nûh ile Musa peygamber devirleri arasında 3600 yıl yaşamış
zalim bir mitolojik şahsiyettir. İsmi ʻÛc b. el-Aʻnak, ʻAnâk veya ʻÛk şeklindedir.
Mesʻûdî’nin rivayetine göre onun annesi erkek kardeşi olmaksızın doğmuş bir bayandır
ve yeryüzünden zinayı ilk yayan kadındır. Vücudu çirkin görünümlü ve iki başlı bir
yapıya sahipti. Her iki elinde on parmak, her parmağında ise ikişer tırnak bulunmaktaydı.
Tufandan önce yaşamış olan bu dev adam, Nûh’un gemisine tutunarak, onu batırmak 2867
istemiş. Nûh Peygamber, bunun sebebini sorduğunda; “gemiyi batırmak gibi kötü bir
niyetim yoktu. Sular içinde yürürken dağlar ayağıma dolanmasın diye sadece ona
tutunmak istemiştim.” diye cevaplamıştır. Boyunun çok uzun olması sebebiyle tufan vakti
her tarafı kaplayan su onun ancak dizlerine ulaşmış, gökyüzündeki bulutları elleriyle
kavrayıp onların suyunu çıkararak susuzluğunu gidermiş, denizden elleriyle yakaladığı
balina büyüklüğündeki balıkları gökyüzüne fırlatarak güneşte pişirmişti. Zalim bir kral
olan ʻÛc b. ʻAnâk, bir şehre kızdığında oraya idrarını yapar ve şehir halkı onun idrarında
boğulurmuş. Günümüz Fas topraklarında bulunan Yeznâs kabilesinin bulunduğu
Foughâl(Fevgal) Dağı’nda ikamet eden bu zalim kral, susadığında dere suyunun
tamamını içermiş. Boyu o kadar uzunmuş ki; ölüm döşeğinde yatarken ayaklarını ısırarak
parçalamaya çalışan aç kurtları sinek zannederek, sinekleri ayaklarımın ucundan kovun
diye bağırırmış.21
Lokmân b. ʻÂd
İslâm’dan önce Araplar arasında uzun ömrü, bilgeliği ve darbı meselleriyle ortaya
çıkan Lokmân, Câhiliye Dönemi şiirlerinde Hz. Hûd’un kavmine adını veren ʻÂd’a
nispetle Lokmân b. ʻÂd olarak geçmekte; ancak İslâmî kaynaklarda bu zatın Kuran’da
22 el-Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, I/184; İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmail, (2010),el-Bidâye ve’n-nihâye, Dâr İbn Kesîr, 2.
Baskı, Dimaşk, II/339; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, I/314-315.
23Ubeyd b. Şeriyye, AhbârʽUbeyd b. Şeriyye,(1347H.), (Kitâbu’t-tîcân fî mulûki Himyer’le beraber), Merkezu’d-
dirâsâtve’l-ebhâsi’l-Yemeniyye, Sana, s.23; es-Seʽâlibî, el-ʽArâisu’l-mecâlis, s. 388; el-Mesʽûdî, Ebu'l Hasan Ali b.
Hüseyin, Ahbâru’z-zemân, s.105-106; Acîne, Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab, I/324.
24
Ubeyd b. Şeriyye, AhbârʽUbeyd b. Şeriyye, s.446; el-Himyerî, Neşvân b. Saʻîd, (1975),Mulûk Himyer ve ikyâlu’l-
Yemen, el-Mektebetu’s-selefiyye, Kahire, s.104; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, II/307.
25 Pala, İskender, (1995), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, s. 260.
halk, Belkıs’a yönelerek onu başlarına hükümdar olarak geçirdiler.26 Rivayete göre cinler,
Belkıs‘ın, Süleyman nazarındaki görünümünü çirkinleştirmek istemişlerdi. Kıllı
bacaklarını açtığında kral Süleyman’ın ondan nefret edeceğini düşünmüşlerdi. Onunla
Süleyman’ın evlenmesinden korkmuşlardı. Çünkü anası cinlerden olduğu için Süleyman,
kendilerine musallat olmuş ve emri altında kendilerini çalıştırmakta idi. Bazı rivayetlere
göre Belkıs’ın tırnakları, hayvan tırnakları gibi ve çok kıllıydı. Ancak Süleyman,
Belkıs’la evlenmek istediğinde onun bacaklarındaki kılları nasıl gidereceğini düşündü.
Bunu cinlere sordu. Cinler de ona ustura kullanmasını teklif ettiler. Fakat Belkıs, ustura
kullanmaya yanaşmadı. Bunun üzerine cinler kendisine hamamotu yaptılar ve otu
hamama bıraktılar. O da hamama girdi. Böylece hamama ilk giren o oldu. Hamamotunu
görüp elini attığında eli yanıp of dedi. Onu kullanıp faydalanamadan önce acı çekmeye
ve inlemeye başladı.27
3- Cin Mitleri
Sözlükte “örtmek, gizli kalmak” anlamındaki “cenn” kökünden türeyen “cinnî”
kelimesi “örtülü ve gizli şey” manasındadır. Terim olarak “duyularla idrak edilemeyen,
insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan ve
mümin ile kâfir gruplarından oluşan varlık türü” anlamına gelir.28
Câhiliye Arapları cinlerin de kabile ve gruplar hâlinde yaşadıklarına, birbirleriyle
savaştıklarına, fırtına gibi bazı tabii olayların cinlerin işi olduğuna inanıyorlardı. İnsanları
öldürdüklerini, kaçırdıklarını, bazı cinlerin ise insanlara yardım ettiklerini, cinlerle
evlenen insanların olduğunu kabul ediyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli
hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha, kuytu ve karanlık yerlerde
yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkların onların getirdiğine, delilerin 2869
cinlerin istilâsına uğramış kişiler olduğuna inanılıyordu. Özellikle ʻAbkar Vadisi olarak
isimlendirdikleri bölge, cinlerin yoğun olarak yaşadığına inanılan bir yerdi. Bu dönemde
insanlar, cinleri Allah’ın kızları olarak kabul edip ve cin hayır ve şer işleri yapabilme
gücüne sahip sayarlardı. Her kabilenin veya birkaç kabilenin oluşturduğu topluluğun özel
bir cini, bir kayası, bir ağacı veya bir putu bulunur, bunların yanında o topluluk toplanır
ve onlara taparlardı.29 Cinlerle ilgili aşağıda sunacağımız Ravâha bint Seken kıssası
cinlerle ilgili ilginç hikâyelerin başında gelmektedir.
Kraliçe Belkıs'ın, cinlerden olduğu iddia edilen annesinin adıdır. Sekr, Seken,
Mesken bint Ravâha veya Reyhâne isimleriyle bilinmektedir. 30 Da῾bul el-Huzâ῾î’ye ait
olan Vasâyâ’l-mulûk isimli eserde, Belkıs’ın annesi olan Ravâha bint Seken'in, kral
Hedhâd’ın cinlerden olan eşi olduğu aktarılmaktadır. Kral Şurahbil b. Hedhâd’ın onunla
evlenme sebebi ise çok ilginçtir.
Rivayete göre kral bir gün asker ve hizmetçilerinden oluşan bir toplulukla ava çıkar.
O sırada kurdun kovalamakta olduğu bir ceylana rastlar. Bu kurt ceylanı kovalayıp en
sonunda da bir kenarda kıskaca alır. Kaldığı bu durumdan kurtulmaya çalışan ceylan ne
26el-Yaʽkûbî, Ebû Yaʻkûb b. Caʻfer, (2010), Târîhu’l- Yaʻkûbî, Şirketu’l-aʻlemî li’l-matbûʻât, Beyrut, I/241; el-
Mesʽûdî, Murûcu’z-zeheb, II/61; el-Kisâî, Kısasu’l-enbiyâ, s.288.
27Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.171.
28el-İsfahânî, el-Müfredât, s.203; İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl İbn Mukerrem,(1968), Lisânu’l-Arab, Dâr-u Sâdr, Beyrut,
Bulûğu’l-ereb, II/225-226 ve 341; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/707-710; Abdulmuîd Han, el-Esâtîru’l-
ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.73.
30el-Câhız, Kitâbu’l-hayevân, I/123; el-Himyerî, Mulûk Himyer, s.74.
yaparsa yapsın kurttan kurtulamaz. Şurahbil b. Hedhâd da ceylanın bu durumunu görür
ve onu bu durumdan kurtarmak için kurdu bir hamlede yakalayıp sırtına biner. Kurdun
bu şekilde etkisiz hale geldiğini gören ceylan hızlıca oradan uzaklaşmak için kaçmaya
başlar. Şurahbil, onun kurttan yeteri kadar uzaklaştığı ve ondan zarar görmeyeceği bir
yere kadar kaçabildiği mesafeyi geçene kadar da kurdun hareket etmemesi için sırtından
inmez ve ona hareket imkânı tanımaz. Hâl böyle iken Hedhâd da kurdu serbest bırakır ve
ceylanın izini sürmeye başlar. Sonunda ceylanı yakalar fakat ceylanın aslında cin
krallarından Arîm’li Sa῾b b. el-Yeleb’in kızı olduğu ortaya çıkar. Kral Şurahbil b. Hedhâd
bu kızla evlenir ve ondan bir kızı olur. Rivayete göre bu kadın Kraliçe Belkıs'ın, cinlerden
olduğu iddia edilen annesinin adıdır.31
31 Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.145-147; el-Huzâʽî, Vasâyâ’l mulûk, s.32-33 ve 84-87; el-Himyerî, Mulûk
Himyer, s.75-77.
32el-Fîrûzâbâdî, Kâmûsu'l-muhît, s.1053; Mesud, Mihail,( 1994), Esâtîr ve’l mu’tekadâtu’l-ʻArabiyye kable’l İslâm,
36Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.145-147; el-Huzâʻî, Daʻbul,(1997), Vasâyâ’l mulûk ve ebnâi’l-mulûk, Dâru’l-
beşâir, Beyrut, s.84-87.
37
el-Alûsî, Bulûğu’l-ereb,II/359; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/812; Maʻlûf, Şefik,(1936), ʻAbkar, Matbaʻatu
mecelleti’ş-şark, Beyrut, s. 10.
38el-Kisâî, Kasasu’l-enbiyâ, s.112-113; Acîne, Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab, I/326.
6- Kutsal Yıldız ve Gezegen Mitleri
Ebû Kebşe ile başlayan gezegenlere tapınma hadisesi, zamanla çok farklı
gezegenlere tapınma olarak devam etmiştir. Numan el-Cârim, Edyânu’l-Arab fi’l-
Câhiliyye isimli eserinde Arapların gezegenlere tapınma ihtiyacını üç temel sebebe
dayandırmaktadır: Birincisi; gezegenlerin kendiliğinden var olup hiçbir yaratıcıya ihtiyaç
hissetmemeleri inancı, ikincisi; gezegenlerden her birinin ilah olup her birinin dünya
üzerinde birtakım görevleri olduğu inancı, üçüncüsü ise gezegenlerin her birinin ayrı bir
tapınak ve sunağa sahip olduğu ve bu tapınaklarda yapılan ibadetler neticesinde
gezegenlerin vazifeli oldukları tasarrufu yaptıkları inancıdır.39
Câhiliye Dönemi Araplarından Kinane kabilesi ile Himyer Araplarından Hunyar
kabilesi güneş ve aya; Temim, Teym ve Meysem kabilesinin Deberân/Alpha Tauri ve
Süreyyâ/Ülker yıldızlarına; Lahm ve Cüzam kabilelerinin Müşterî/Jüpiter gezegenine;
Tayy kabilesinin devenin onu görür görmez öldüğü iddia ettikleri Süheyl/Puppis
yıldızına; Kelb, Kays ve Rebîʻa kabilelerinin Şiʻrâ/Sirius yıldızına; Esed kabilesinin
ʻUtarid/Merkür yıldızına; Gatafan ve Kureyş kabilesinin Zühre/Venüs gezegenine
tapıyorlardı. Bunun dışında Zühal/Çoban Yıldızı, Cevzâ/Avcı yıldız kümesi ve
Cebbâr/Süreyyâ yıldızına tapan Arap kabilelerinin olduğu da bilinmektedir.40
Konumuza ışık tutması açısından Zühre/Venüs/Çobanyıldızı ile ilgili şu rivayet
önemlidir. Anlatıya göre Zühre yıldızı, insanları Hz. Âdem’den sonra dalalete düşüren ve
melekleri yoldan çıkaran kadının ismidir. Se῾âlebî’nin rivayetine göre; Melekler
insanların amellerini eleştirmeye başlayınca Yüce Allah imtihan amacıyla Hârut, Mârût
ve Azraîl isimli üç meleğe insanî şehvetleri yükleyip, onları yeryüzüne indirmiştir. Zühre
kendini onlara güzel bir kadın şeklinde arz edip daha sonra onlardan göğe yükselmeyi 2873
sağlayan sözü ona öğretmelerini istemiştir. Hârut ve Mârût, Zühre/Venüs’ün güzelliğine
dayanamayıp onunla birlikte olarak günah işlemişler. Azraîl ise son anda kendisini
koruyarak Allah’tan yardım dilemiş ve günaha bulaşmadan göğe çekilmiştir. Venüs, İsm-
i Âzâm denilen o sözü öğrenip göğe yükseldikten sonra Yüce Allah onu gecenin sonunda
çıkan ve “Necmetu’s-Subh” diye isimlendirilen güzel bir yıldız yapmıştır. 41
SONUÇ
Kaynakça